dibe vuruşun methiyesi

  • 3 dakikalık bir metin-

herhangi bir teklif olmaksızın kendimizi içinde bulduğumuz bir deliler tiyatrosu var. bu tiyatroya şaşkın gözlerle bakarken, hem kendimizi hem de bu sahneyi anlamlandırmaya çalışıyoruz. yani bir anlam arayışı güdüsüyle doğuyoruz. bu merak, bize, bu sahneyi kuran tarafından hediye… etrafımıza bakınca kan görüyoruz, gözyaşı ve acılar, terk edilme, yalnızlık, amaçsızlık, ölüm korkusu, yaşam korkusu, tecrit korkusu… bu bulmacalı hengâme içinde ne yöne baksak da ne yapsak? bütün bu sorular hücumuyla nasıl savaşsak?

sürüye bakıyoruz. ne görüyoruz? onlar şuurlarını uyuşturarak baş ediyor bunlarla. işle, meslekle, parayla, kadınla ve siyasetle. onlar olmazsa kokain var, alkolizm var… neticede gaye kaçmaksa gerçeklerden, yol çok. gerçekler ki tekini fark ediş bile zıplatıyor insanı yerinden. göz bebeklerini büyütüyor, ecel terleri döktürüyor.

ya kaçmazsak da bakarsak? ne olur o zaman? ya gerçekler çökertirse bizleri?

havuza atladığınızda ayaklarınız dibe vurduğunda sıçrayabilirsiniz ancak. yoksa yüzeye ulaşmanız gecikir. depresyona girmeyen göçmen kuşlar ölür. çöküş, yıkılış, devriliş hayırdır yani. yıkılış olmazsa muhtaç olduğumuz kırılışı elde edemeyiz. mânâsız bir sırıtışla hayatımızı acılardan kaçarak geçirirsek, dünyada oksijenden çok bulunan şey olan zillete karşı kendimizi eğitemeyiz. kepaze hayat, süründüren hayat değildir, acıya karşı donanımlar geliştirememiş hayattır.

sair kaygıları konuştuk evveliyatında: bir palyaçonun listesinde ölümü öldüren olduk hep birlikte. hâsılı yaşam ölünmesi gereken, ölüm, doğulması gereken bir şeydi, anladık.

hani ölüm dedik, anlam dedik, özgürlük ve amaçsızlık dedik. işte bu dörtlünün her biri için birer hikâye ile buluşacağız. bu bir anlam arayışı manzumesidir. bir anlam şiiridir. ve anlamsızlık kâbusudur.

bu hikâye de sizin hikâyeniz gibi başlıyor. meraklanmayınız; krallar anlatılmıyor, dükler, ağalar, paşalar… en sıradanların bile görmeden içinden geçip gittiği bir “ötekinin” gözünden dünyanın öteki yüzü anlatılıyor. ötekiler de aynı evrene doğuyor, bakıyor ve aynı evrende savaşıyor. en az sıradanlar kadar anlam arıyor ve yakıştırıyor. en az sizin kadar şiir okuyor… ötekilerin ötekileştirildiği bir dünyada öteki olarak doğmak nedir? onun gözü neleri, nasıl görmektedir?

bir şizofrenin bölük dünyasıdır bu roman!

anlamı kovalayanlar yaşar, diğerleri yalnızca var olur! bu da yine bir varoluş savaşı… sıradanların varoluşu bile yeterince sıra dışıyken, bir “ötekinin” tırmanışı nasıldır?

sürülerin sürüselleştiremediği ötekilerin, hayretle sonuna dek açılmış gözlerinin arkasında bir anlayışın cinneti var! hayat değil, hiçbir şey bu denli sert anlatılmamalıydı ama anlatıldı. gerçeklerin çırılçıplağını istemeyenlerin lezzet alması mümkün olmayacak. ışığa doğru bakmaktan korkanların okuyabilmesi mümkün olmayacak. masumiyet, yaşamak, aramak nedir? ihtiras nedir? saplantı nedir? bunları sormaya cesareti olanlar okusun bu şizofrenik dünyayı.

hiçbir aşk böyle anlatılmamalı ve böyle bir aşkı kimse duymamalıydı belki de!

ama yanımızda böğrümüzde duyduklarımız melankolik romanlardan fırlamadı. sonları bir üçüncü sayfa haberinde ancak üç satır yer kaplayan bir “ötekinin” “ötekine” duyduğu aşk nedir? bakacağın yer etrafın da olmayacak; bakman gereken şey, cep aynandır belki, aşkın böylesini görmek için. günübirlik şarkılarda, hazırlop yalanları aşk diye alkışlayan koyunlar, resimden ateşi tanımak misali ilm-ül-yakîn bir gevşeklikte ve ezbercilikte, dudaklarının kenarında yarım bir mırıldanış ile sözüm ona sevdalandılar. bazı dimağlara “aşk” kelimesi yasaklanmalıydı. beceremediklerini bari ağızlarına da almasınlar. necis salyaları maalesef aşkı da murdar etti; artık yeni kelimeler lâzımdı.

sokaklarında savaşların kol gezdiği bir gençlikten, bir türlü çıkılamayan tımarhanelere, büyük hayat kırılışlarına şahitlik edeceğiz. ve göreceğiz ki tımarhane duvarları beyhude!

insan tabiatının en çetrefilli duygusunu, en müzmin bir delinin ağzından okumaya cesaretiniz varsa, buyurunuz! seksenlerin türkiye’sinde üşüyen kalbini, buruk aşkıyla ısıtmaya çalışan şizofrenden, sormayı ertelediğimiz bazı sualleri duyabiliriz. belki bir gün yeri gelecek de hastalanmış kalplerdense, hastalanmış beyinleri kat kat tercih edeceğiz. işte o vakit kaçmakta olduğumuz aynaların karşısına çıkacak cesareti belki gösteririz. gösteririz ve karanlığın, hediyesini alacak bir el bulamadığı için karanlık oluğunu anlarız.

(şizofren romanının üçüncü baskısına yazdığım mukaddime)

*omurga 2.etik 3.estetik acı aforizma ahlak akıl anlam aşk ben bilim cemiyet değişim dolunay doğa duygu edebiyat estetik etik evrim felsefe insan kitap kötülük mimesis mutluluk nietzsche psikoloji sanat sevgi sinema sosyoloji söyleşi sürü tekamül tin us varoluşçuluk zeka çürüme ölüm özgürlük şair şiir şizofren

“dibe vuruşun methiyesi” için 9 yorum

  1. Geri bildirim: uyu – emre timur

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: