okuyan kimsenin bir şey anlamadığı bir “o” konusu vardı us kitabımda. tanrı konusunu çok karışık anlattığım belirtildi. daha net ve sarihçe meseleyi masaya yatırayım.
“tanrı var mı?”
bu soru en mühim bir soru gibi göründüğü halde altında saklı varsayımlar yüzünden en anlamsız da soru oluverir.
“tanrı nedir?” diye sorduğunda tarafların birisi, dünyaya dışarıdan bakan yaşlı, sinirli, sakallı bilge adamı kastediyor da diğeri hiçbir şeye benzemeyeni (muhâlefetün li’l-havâdis) kastediyorsa birisi diğerine şunu diyecektir:
“benim tanrım var, seninki yok!”
örnekten de görüleceği üzere “tanrı var mı?” sorusu ilk soru değildir; nasıl bir tanrı’nın kastedildiği konuşulması, önce tanrı’nın tanımlanması gerekmektedir.
inanç nedir? bilgi imtihanına sokulamıyor olması gerekir. doğrulanabilir ve yanlışlanabilir olmayan her şey inanç önermesi. ölmüş dedemin beni izleyip benimle gurur duyduğuna inanıyor olabilirim. buna kesin de inanıyor olabilirim. buna inanıyor olmam bu şeyi sahte veya doğru yapmaz, inanç yapar. bu ne demek? yani bilgi ve düşünce olmaktan çıkartır. o yüzden inancın tartışılabilir bir tarafı yoktur. inanan inanır ve konu kapanır.
bu bir.
ikincisi, tanrı düşüncenin konusuysa yaşlı, sinirli, sakallı bilge formuyla olsa olsa insan psikolojisinin, antropolojinin, sosyolojinin konusu olabilir ama düşüncenin konusu yapılan tanrı’nın şu üç özelliği varsayılır.
- 1-sonsuz güç
- 2-bilinç
- 3-başlangıçsızlık ve bitimsizlik
evrenin değil, zamanın bile, yani zaman mefhumunun bile bir başlangıcının olduğunu bugün biliyoruz. bu da bizi sonsuzdan beri gelen evren fikrinden çıkartıyor. cevap olarak sunulan, bir anda oluşan sonsuz sayıdaki paralel evren fikri de pek çok açıdan problematiğe sahipken, üstüne üstlük başlangıçtan kaçamıyor. kalp atışı gibi devamlı açılıp kapanan evren teorileri de en başta entropide gümlüyor. yani elde şu kalıyor:
bir başlangıcı olan bir evren. (evrenin başlangıcı olduğu ile mücadele eden teistler de vardır; mesela ibn rüşd)
işte bu fikir bizi falanca dinin yaratıcı modeline değilse de en azından felsefenin tanrı’sına götürüyor:
sonsuz güçlü, sonsuz bilinç.
o’nun aracılığı ile olan şey, her şey ise,
o ve diğer şeyler diye keskin bir ayrım yaptığımızda teizme ulaşmış oluyoruz. olan şeyler o’nun bir çeşit uzantısı, yani evren tanrı’nın bedeni veya bedeninin bir kısmı dediğimizde panteizm, panenteizm, yani vahdet-i vücûd ve vahdet-i şühûd.
tasavvufta buna göz kırpan veya olduğu gibi kabul eden çok şey var. uzak doğu mistisizmi de buna yakın. spinoza da öyle.
doğaya bakınca netçe görüyoruz ki maruz kalan ve maruz bırakan şeyler var. mesela benim bir bilincim var. bilinç sahibi olanın tanrısı bilinçsiz olamaz, kurucu ise ki öyle, bilinç sahiplerinin tahayyül bile edemeyeceği bir bilince sahiptir.
iyilik kötülük meselesine gelince, “tanrı iyi midir?” sorusunun cevabı bence çok basit: iyi ve kötü bizim uydurduğumuz, icat ettiğimiz şeyler. tanrı ne iyidir ne kötüdür. kötülüğün rasyonel bir tanımı yoktur ki.
“tanrı yoktur” dedikten sonra tüm evreni kaplayan kozmik bilinç saçmalığından bahsediyorsanız, tanrı’ya tanrı demekten çekiniyorsunuz demektir. yok demeyin, önce bir tanımlayın.
tanrı diye semavi dinlerin tanrısını kastediyor da ispata kalkışıyorsanız, zaten o tanrı ispattan ve çürütülmekten muaf ve münezzeh olduğu için eylemin adı inançtır. yoksa bilim filan derdik.
“ruhumda o’nu hissediyorum ve o’nu seviyorum.”
“tamam, konu kapanmıştır.”
“sen de seveceksin!”
“aa, olmadı şimdi!”
agnostisizm, “tanrı bilinemez” der. tamam, sözgelimi islam da öyle der. mesele zaten bilgi değil inanç meselesidir. kimse “tanrı inanılamaz” demiyor, “bilinemez” diyor. buna da “sırr-ı teklif” deniyor. yani tumturaklı bir laf edeyim: her müslüman agnostik olmak zorundadır.
edip yüksel: “ben inanmıyorum, biliyorum!”
bal gibi de inanıyorsun.
tanrı diye o yaşlı, sinirli, sakallı bilgeyi var sayan için bu bir inanç önermesidir de güçlü, sonsuz bilinç var mıdır, sorusuna kesin cevap verilemez çünkü bu o’nun varlığının muğlaklığı ile ilgili değildir, ispatın doğasıyla ilgilidir. kesin cevap verilemez verilememesine ama muhtemel cevap verilir. yani denir ki;
evrenin şu anki formu, sonsuz güçlü sonsuz bilinç’in varlığı ile daha iyi açıklanabilir. hassas ayarlar gibi pek çok konuda bilinç, güç, sonsuzluk görürüz ve aksi açıklamalar kabızdır, sakattır.
ateist izahlarda, tüm sorulara “çünkü evrim…” diye başlayan bir cevap görüyorum. yani “tanrı” kavramının tüm fiillerini “evrim” diye bir tanrıya yükleme işi. evrim vardır, kabak gibi de vardır da her şeyin yegâne cevabı gibi muamele görmekte, çok fazla ortada gezmektedir ve sıkça hatalı kullanılmaktadır. yoksa evrimsiz ne açıklanabilir ki?
geneli sivilceli yirmiliklerden mütevellit klavye vandalları tüm mesaiyi “yok” demeye ayırıyor olabilir ama ben hegelci sentez fikrine saygı duydum hep; yani önce çilesini çek, sonra tep. gözüm görmesin, aceleciliği ile kenara atıvermenin ne gibi bir entelektüel tarafı olabilir? yut da yürü, ye de ilerle. sivilcelerin değil, çilen olsun yüzünde, günün sonunda aynı yere geleceksen de.
falanca ayet “mantıksız” olduğu için ateist olma işi de koca bir “false dilemma”dır, yani hatalı ikilem. aralarına bin gri ton, bin yorum, bin din ve bin fikir girer; ne ara atladın ta oradan ta buraya?
aslında değişen doğa kavrayışı ile birlikte tanrı kavrayışı da değişir, kendisi değil. ahmed bin hanbel zamanında “tanrı gökte” demeyen kafirdi, bugün bunu diyen kafir. her yerde diyene aferin dendi bir dönem de yüksek kavrayış “mekândan münezzeh” dedi. yani demem o ki kavrayış zayıfladıkça tanrı bir insana benzemeye, kavrayış yükseldikçe kavramlaşmaya başlar da bu “kafir” deme işleri hep biraz siyaset, hep biraz saçmalık içermiştir.
bu kapı kovma kapısı; ne olursan ol git!
neyse…
teşbih, o’nu bir şeylere benzetme işine, tenzih, onu öte görmeye denir. ibnü’l-arabî’nin yazısı vardır tenzih-teşbih dengesi diye.
kent köye, havas avama, fert cemiyete, yetişkinlik çocukluğa, eminlik korkuya dönüştükçe tanrı da galaksileri yaratan olmaktan milli, yerel, lokal bir krala dönüşür.
yani demem o ki bir sivrisineğin einstein’ın ne yaptığını, niçin yaptığını anlamaya çalışması gibi bu insanoğlu da bön kafası, kıt kanaati, yarım kellelik çapıyla o’nu anladığı düşünmekle kalmaz, yargılamaya bile geçer.
“ruhumdan üfledim”
bu ayet çok kilit kanımca. ruh denen şey ne menem şeyse işte o şey tanrısal şey. eşya o’nun yaratımı ise de ruh daha bir o, daha bir o’ndan.
yıllarca kafa çatlattığım bir kelâm ilkesi var:
“o, zuhrunun şiddetinden gaiptir.”
ne demek? o o kadar var, o kadar çok var, o öyle bir var, varlığı öyle dipsiz, öyle kesin ki, yok! evet, aşırı var olmaktan dolayı gizli. azıcık az var olsa, varlığı azıcık azalsa aşikâr olurdu, görünürdü!
dikkat ettiyseniz dinler hakkında tek kelime etmedim. tanrı konusu bile inançta kalıyorken, dinler hepten inançtır. zaten problem, bir dinin saf inanç olarak kalmasında değil, yaşam şekli dayatınca çıkıyor. o da başka bir yazının konusu olsun.
*omurga 2.etik 3.estetik acı aforizma ahlak akıl anlam aşk ben bilim cemiyet değişim doğa duygu edebiyat estetik etik evrim felsefe hayat insan kitap mimesis mutluluk nietzsche psikoloji roman sanat sevgi sinema sosyoloji söyleşi sürü tekamül tin us varoluşçuluk zeka çürüme ölüm özgürlük şair şiir şizofren
kanaatiniz nedir?