kötülük (diye bir şey niçin var?)

  • 9 dakikalık bir metin-

tanrı deyince ilk akla gelen kavram da adâletin ta kendisidir. ve şu soru:

“tanrı adilse, bu dünyanın hâli ne?”

bu soruya refleks bir cevap olarak şu verilir: “bir gün gelecek.”

hayır, üzgünüm. adâlet filân gelmeyecek. dünya dâima acı dolu, kötücül ve adâletsiz olacak. asla da gelmemelidir belki. o zaman cennete de gerek kalmaz, cehenneme de. bu garip soru adâleti tek parametre sanmaktan ileri gelir. oysaki adâlet en az ve en fazla ve zorunlu olarak iki adet parametre içerir: girdi ve çıktı. ya da fiil ve hüküm. bu sorudaki mantık hatası şuna benzer: jandarma aracıyla mahkemeye götürülen birisine “adâlet” diye haykırmak! iyi de adam daha çıkmadı ki hâkim önüne. mahkeme yanlış hüküm versin, sonra inlersin.

yâni dünya yalnızca girdi parametresini teşkil ediyor. çıktıyı görmeden yorum yapılamaz. boynuzlu koyun boynuzsuz koyuna eşit değildir diye finalde adâlet yoktur denemez.

karma’yı bilir misiniz? inançsızlar arasında da dünyanın adil olduğunu düşünebilen safdiller de şöyle bir savunma geliştirmiştir: “kötülük yapıyorsun, bir sonraki hayatında çıkıyor,” ya da “kötülük yapıyorsun, o seni dönüp dolaşıp muhakkak buluyor.”. hangisi daha aptalca bilmiyorum. reenkarnasyon konusunu müstakil işlemek istiyorum; ahirete inanmayışın sosyetik versiyonudur kendisi. ya da orijinal haşir inancının evrim geçirmişidir. hayat tek. sonra ölüyorsun. mahkeme çıkıyor karşına. konu bu. aynı aptal dünyada, aynı kısır döngülerde kıvranıp durmuyorsun. burası çekilecek dert değil zâten. altmış yıl zor geçiriyoruz ki onda bile intihar düşünerek geçiyor. çünkü burası çok sıkıcı.

diğer ihtimale gelirsek, karma mıdır nedir, yaptığın bir kötülük seni buluyormuş. çünkü hanımefendinin görümcesi geçen bir kötülük yapmış. o da onu bulmuş.

olmaz olsun böyle tümevarım! yok böyle bir şey. herkes borçlu ve alacaklı gidecek. târih boyunca büyük kötülere ve büyük kahramanlara bakın, anlarsınız. alacağını alıp da giden yok. 

bir de şu var tabiî, karma varsa kimseye cezâ vermeye de lüzum yok çünkü evren hallediyor, ne güzel. birisi size tokat attıysa siz onu öpün ki eski hayatınızdan bir suçunuzun cezâsını çektiniz ve bitti.

yâni netice o ki şunu iyice anlayalım: burası kötülük, acılar ve adâletsizlikle dolup taşan bir çöplüktür. sineklerle doludur. kokuşmuştur. en az zararla kurtulmaya bakalım. mahkemeden sonra çıkacak her şey ortaya. olmayan bir şeyi olmadığı yerde aramayın.

bunlar fevkalâde nâzik mevzûlar.

iki tür ahlâk var: kendimize ve cemiyete karşı olan ahlâk. kendimize karşı ödevlerimizi tekâmül konusunda konuşacağız. kendini hiç inşâ etmemişin ahlâkı varsa da yoktur. kendimize de ödevlerimiz var, evet.

doğuştan sâhip olduğun hakkı dilenme, çal; öfkelenme hakkın yoksa affetmen hükümsüzdür; hür hissetmiyorsan sevilen şey sen değilsin. ortada bir “sen” olması için “sen” tarafından seçilmiş bir şeylerin, tercihlerin olması gerekmektedir. “aptal” olduğunu söyleyene “kader” diye cevap ver ama “ahlâksız” olduğun söylenirse ciddiye al; var olduğun için utanma fakat gurur da duyma. ailelik eden aileye minnet duy çünkü cinsel ilişki yaşarlarken ailenin istediği sen değildin, bir bebekti; kimseyi akraban olduğu için sevme; sevmek için de nefret için de sebepler ara; sana yapılan zulme susman da seni dilsiz şeytan yapan bir şeydir; sadece mecbur olunmayan şeyler ikramdır ve teşekkürü hak eder. hakkını, maaşını, emeğinin karşılığını alırken teşekkür etme; yaşadığın, var olduğun, yer kapladığın için özür de dileme, teşekkür de etme; senin üzerindeki emeklerini başına kakmış olanın kakması sırasında aldığı şeytansı haz, ücretidir, ödenmiştir. sen kendin olduktan sonra etrafında kalanlara bak, diğerleri firedir, teleftir; sana senin müsâaden olmadan iyiliğin için de olsa yapılan her şey kötülüktür. 

cemiyeti ne yapacağız?

ne büyük tâlihsizlik ki ahlâk (latince “moralis”) veya etik (eski yunanaca’da “ethikos”) kelimelerini duyunca akıllara ilk önce kadın, sonra da çıplaklık gelir. peki, ahlâk nedir? bir kedi bir fareyi yerken kötülük mü eder? hayır, çünkü doğasıdır. inek çim yerken çime kötülük etmez ve dolu yağdırırken kötülük etmez bulutlar tarlaya (bknz: teodise). ya da kuşunuz parmağınızı ısırınca kötülük demeyiz, bebeğiniz evi yaksa da. acı mı, belki. hazla/acıyla ölçemeyiz kötülüğü; ön şart başka: akıl, us.

demek akıl yokken “tabiî” diyoruz her şeye. delinin de bakılmaz kusuruna, sarhoşun, yaşlının ve uyuyanın, cinnetlinin. kötülük edebilme yeteneği akıl sayesinde mümkündür ve kötülük yeteneği bulunmayanın iyilik yeteneği de yoktur. yâni doğal, iyi ve kötü eylemler var sadece. peki, niyet mi mühim sonuç mu? kant gibi cevap vereyim; “niyet.” çünkü bizim yaratımlama yeteneğimiz yok ki iyilik yapalım; en fazla iyi niyetli bir şeyler yapar, denize atarız. yâni birine iyilik edelim derken zarar da versek, adı iyiliktir. bizim elimizde bir zayıf talep var beyne gönderdiğimiz ki emir bile veremiyoruz, ricâ, istirham…

bediüzzaman’ın örneğidir, on güçlü ve akıllı adamın on günde yaptığı kulübeyi, bir haylaz çocuk on sâniyede yakar. yapma konusunda yetenekli sayılmayız yıkıcılığımız kadar; yâni kırıp dökmeyin yeter.

ortada bir kötülüğün olması için etkenin akıllı, edilgenin canlı olması asgarî şart; kedi ve bebek arasında etik doğmaz meselâ. (yani bir bebek masum filan değil güçsüzdür). ilk kaide şüphesiz ki tarafların rızasıdır. rıza varsa etiktir, nokta. (nokta diyorum ama bu konu bu kadar kısa değil.)

kaldırımıma tüküremezsin, bana doğru bakamazsın, duygumu ememezsin, şâyet rızâm yoksa. kendilik “kime ne!”, ahlâksa “bana ne!” diyebilmekte. bence iki sihirli kelime. mahremde rızâ varsa hürriyet sonsuzdur; umuma açıkken şâhitler de denkleme girer. rıza konusu muğlaksa olmadığı varsayılır. bu sefer herkesin temel kendilik hakları dikkate alınır. tapma, düşünce ve nefretin suçu olmaz; eylemdir mühimi. ikinci kaide, yolun başındaki söz esastır. yolda giderken kurallar esnemez. üç, doğrular savunulurken hayatlarımızdaki kötülüğe göre değerleri yamultulmamak, kötü de olsak iyi de olsak iyiyi savunmak asgari ödev. kimseyi de iyi yapamazsınız; aile, öğretmen, toplum olarak travmaya sokmayın, yoldan çekilin yeter.

evet, ben ahlâk eğitimine inanmam. bildirimine inanırım.

bu yazacağım kötülük analizi, binlerce yıldır saç yoldurtan suallere keskin bir cevap olarak kala, okuna.

kötülük meselesi öyle cinnetlidir ki birçokları dinden çıkışını buna bağlar. eski bir sual de şudur: tanrı kötü değilse kötülük diye bir şey niye var? teodise’dir adı bu sualin. uyku kaçırtan cinstendir. epikür’dür ilk ortaya atan. raffaello’nun “atina okulu” freskinde, şişman, al yanaklı bir adam vardır, o.

yolda yürürken, karşıdan gelen adam suratınıza bir yumruk attı durduk yere. acıdı mı? evet. kötülük mü? evet. o adam kötü mü? belki de yığınla iyiliği vardır ama o eylemi kötüydü.

ayağınıza taş mı çarptı? canınız acıdı. kötülük var mı? hayır. acı? acı var sadece. demek ki acı olan her şey kötü değilmiş. (bunu nedense ara sıra hatırlatıyorum.)

anne misiniz? yola atlayan çocuğunuza ânî bir tokat vurmadınız mı hiç? hani, fevrî, küçük, gayriihtiyârî… acı var mı? var. kötülük? hayır, iyilik var. demek ki bazı acılar iyilik bile olabiliyor.

babasınız. câhilsiniz. sanıyorsunuz ki her karın ağrısına iyi gelir sıcak torba. oğlunuz kıvranırken telâşla hazırlayıp bastırdınız. duâ da ettiniz iyileşsin diye. ne oldu? apandisiti patladı. acı var mı? çok. kötülük var mı? büyük soru. 

neticesi acı olan iyi niyetin olduğu yerde kötülük var diyebilir miyiz? kant’a göre diyemeyiz. islam’a göre de. orada kötülük yok, acı var. günah da yok. suç da yok.

bilmek… ah, o bilmek… her şeyi bilsek her şey değişirdi. bilmek, evrendeki en kritik çizgidir. “şimdiki aklım olsa o şeyi yapmazdım,” deriz. şimdiki “aklım” mı, “bilgim” mi? “aklım” ise o yaptığımız bir hataymış gerçekten de. daha iyi akıl ile daha iyi şeyler yapılabilirmiş. “yapmamalı idik,” diyebiliriz. pişman da olmalıyız. fakat cürüm dediğimiz şey bilgi eksiğimizden, yâni geleceği bilmemekten kaynaklanıyorsa yolunuza gidiniz. kâhin olmadığınız için mi kızgınsınız kendinize? sizi boşuna atmışlar hapse. bilseniz, o şeyi değil, tüm evreni değiştirebilirdiniz. tabiî ki bilmeyeceksiniz. akıl mı? şimdiki aklınız dünkü aklınızdan ileri olmalı elbette. bu olmalı hedefiniz. tekâmül budur. yoksa bugün dünden daha çok bilmek erdem olamaz. inekler de yeni çayırları keşfetti dün bilmediği. köpekler, yeni ağaçlara işedi. geçiniz.

mevzûya dönersek… o baba, iyi niyetle acı bir şeye sebep oldu. tamam, iyilik var diyemeyiz belki ama kötülük de yok. salın o babayı hapisten. affetsin kendini de. kötü bir şey yapmadı. bilgileri doğrultusunda en iyisini istedi ve uyguladı. tıpkı tüm dünyadaki diğer iyiler gibi.

kötülük için niyet esasmış. kötü bir niyet gerekmiş. kim kötü niyetli? parmak kaldırsın. kimse mi? sesim mi ulaşmadı acaba?

çok şâhâne birer inkârcıyız hepimiz. hep iyi niyetler, pembe kalpler, “one world”ler, tüm kadınlar güzeldir ve bütün insanlar kardeştir… kötülük denen şeyi hak ihlâli diye tanımlarsak, bilerek isteyerek hiç mi hak ihlâl etmediniz? sıra kapmadınız mı? rüşvet vermediniz veya almadınız mı? fazla aldığınız para üstünü cebinize yuvarlamadınız veya eksik para üstü vermediniz mi? vergi kaçırmadınız mı? iştahla bakmadınız mı başkasının imzalısına? yalan söylemediniz mi, kocanıza da mı? pembesi de mi çıkmadı yalanın ağzınızdan? çerezcide çalışırken fındıkları yemediniz mi? kaçak program da kullanmadınız bilgisayarınızda?

çeşitli oranlarda kötülükleri işliyoruz. irili ufaklı ve devamlı. bununla yüzleşirken iki büyük hamleden birisini yapabiliriz. zannediyorum, tüm hayatta en kritik karar anı budur. en temel etik sorunsalı… samimiyet ve inkâr arasındaki kapkalın çizgi. işte bu duruş, bizi erdemli veya korkak yapan şeydir.

bilkuvve, yâni potansiyel olarak kötülük ancak akılla başlayan ve akılla artan bir şeydir. bir eylemin kötülüğü araştırılırken fâilin aklı muhakkak dikkate alınmalıdır. sırf bu yüzden bilirsiniz, çocuklar mâsum sayılır “akil ve baliğ” olmadan. akıl yoksa eylemler ne iyidir ne kötü. olsa olsa doğal kaderdir, yağmur yağması kabilindendir.

1-iyi

2-doğal

3-kötü

doğal olanda kötülük ve iyilik olmadığı için teodise sorusunun cevabı budur. yaratıcı, yâni kaderin sâhibi, yâni doğal olan her nedenselliğin yapıcısı, akıl üstü yâni her şeyi bilici olduğu için akla ihtiyaç duymayıcı, o yüzden kötü de iyi de olamayıcıdır. bilgisi eksik olan akla ihtiyaç duyar çünkü bildiğinden, bilmediğine gitmek ister. akıl bir hesap çeşididir ve her şeyi bilen için küçültücüdür.

o yüzden delide, çok yaşlıda, âşıkta, sarhoşta, çocukta, hayvanda akıl yok sayıldığı için kötülük de yok sayılır.

tanrı’nın kötü olamaması başka bir sebebe daha dayanır. kötülük zâten tanrılık ile başlayan bir kavram olduğu için, tanrı’ya inanmayan ateistlerin kötülüğe de inanmaması îcap eder. tanrı’ya inanan ise kötülüğün tanımını tanrı’dan dinler. o yüzden değildir depremler kötü, afetler kötü.

târih boyunca tartışılmıştır ayrıca ahlâk ve erdemin kökeni. rasyonel kökeni olmadığı söylenir. ben kesinlikle sezgisel olarak iyi ve kötü olanı bulabildiğimizi ama temellendiremeyeceğimizi düşünüyorum. yâni içinde bulunulan pozisyon için iyi ve kötü söylenebilir hâldedir. detaylar tartışılabilir olsa da genel olarak bir maddeye indirgeyebiliriz.

“tarafların rızâsı esastır.”

sadece bunun üzerinden epey bir malzeme çıkıyor. ahlâkın konuşulması için akıl dışında bir şey daha gerekir. öteki. ıssız adada ahlâk olur mu? ahlâklı olunabilir mi? yâni temas kuracak veya kötülük edecek en azından bir öteki gerekiyor ve kötülüğün/iyiliğin doğması için de akıl. yâni ahlâk ancak akıl ve öteki ile başlatılır.

akıllı bir insan canlılarla dolu bir adada yaşarken adâlet, ahlâk ve kötülük söz konusudur. akıllı bir insan, akıllı insanlardan oluşan bir cemiyette iken ise ahlâk ve kötülük çok daha karmaşık olarak vardır. cemiyet kompleksleştikçe ahlâk hükümleri vermek de kompleksleşir.

ve son bir şey daha; hep dediğim gibi,

sevgi kötü kılar.

*omurga 2.etik 3.estetik acı aforizma ahlak akıl anlam aşk ben bilim cemiyet değişim dolunay doğa duygu edebiyat estetik etik evrim felsefe insan kitap kötülük mimesis mutluluk nietzsche psikoloji sanat sevgi sinema sosyoloji söyleşi sürü tekamül tin us varoluşçuluk zeka çürüme ölüm özgürlük şair şiir şizofren

“kötülük (diye bir şey niçin var?)” için 3 yorum

  1. Epikür’ün ortaya attığı ” kötülük” probleminden sonra filozoflar bir dizi sorun yarattığı için önce kötülüğü sınıflandırmaya çalışır. Leibnez ve Hristiyan düşünürler yalnızca iki tür kötülükten bahseder. Fiziksel ve doğal kötülük. Ahlâk kötülüğü bunlardan ayırırlar. Çünkü insanın kendisi ve özgür iradesi sorumlu tutulur. Sevgi de insanın iradesi içinde olabilecek bir bütün olduğundan, “sevgi kötü kılar” mı? Bence üzerine konuşulabilir, konu halka da arz edilebilir;)

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: