z kuşağı ve tekâmül

  • 4 dakikalık bir metin-

hangi çağda yaşamak isterdiniz?

bu, bazıları için, bir parça kutsallık bir parça da romantiklik yükledikleri bir, eski yüzyıl seçimi oluyor. eskilerin iyi olduğuna şartlarmışlar vardır. veya hiç var olmamış olan asrısaadet, yâni mutluluk dolu bir yüzyılı özleyen… dünya târihi hep kan, ter, acı ve sömürü ile dolu oldu. bu hiç değişmedi. savaşlar ve yalanlar hiç bitmedi. hiçbir dönem de öyle masalsı filân değildi.

sokrates iki bin beş yüz yıl önce şunu dedi: “gençler bozuluyor.”

asurlular da var kıyâmetin çok yakın olduğu. hristiyanlar da 1000 yılında bekliyordu kıyâmeti çünkü dünya artık tahammül edilmez derecede bozulmuştu. biliyorsunuz, 2012 yılı da geçti kıyâmetsiz. ahlâk, töre, toplum, hayat devamlı bozuluyor mu yoksa değişiyor mu?

40 doğumlular 60 doğumluları çocuksu ve ergen buldu. 60 doğumlular 80 doğumluları çılgın, şımarık… 80 doğumlular 2000 doğumluların telefonuna kafayı taktı ve 2000 doğumlular da 2020 doğumluların robotlarla kurduğu dostluğu anlamsız bulacak belki.

yâni bu bakış yeni değil. hep oldu.

“nerede” imiş “o eski bayramlar”? “şu gençlerin hâline bak,” imiş! “hepsinin elinde bir telefon var,” imiş. eski neslin z kuşağı’na duyduğu nefret ve kıskançlığın kökeni, kaybettikleri hormonlarına ve yaşamadıkları çocukluklarına duydukları hasretten geliyor. sanki kendileri uzaya çıktı da ayaklarına gençler asıldı. zamanlarında neler olup bitti, kitaplar yazıyor işte. menderes’i onlar asmadı mı? asılırken onlar susmadı mı? gençler şunu sormalı: “siz ne halt ettiniz?” kitap bulamadılar da mı okumadılar? okusaydılar. efendim, sevdiklerini söyleyememişler; söyleseydiler. fakirlik varmış. gençlerin mi suçu bu? kahvelerde sigara dumanıyla kalan beyinlerini zehirlerken gençlerin hâllerine şaşıyorlar. sonra da maaş çekmek için genç arıyorlar yana yana. değişim kaçınılmaz. bunu böyle bilmek lâzım. gençler bozulmadı oysa değişti. eski nesil hep değişimi bozulma, çürüme, dağılma olarak algıladı. 2020’de doğan çocuklar da bu z kuşağı tarafından tuhaf bulunacak. ayrıca böyle tuhaf bir çağa onları getiren sizsiniz! evet, siz yaptınız. yapmasaydınız. bu yaklaşımın tersi de şöyle: gençler bomba gibi geliyor! ortanız yok mu sizin? ne bomba ne çürük… özet şu: gençler sadece genç işte… aradığı kimliği ile üç gün düşündüğü sivilcesi, aşkları ile bilmediği geleceği ve değişen bedeniyle genç sadece…

tercih edilecek çağa gelirsek…

ben kendi adıma, roll-on, şofben ve buzdolabı olan çağdan yana kullanırım oyumu. tercihtir elbette. aksini diyene de bir şey diyemem ama kokmayan bir çağdır tercihim.

ama şunu bilelim ki dünya ne devamlı iyileşti ne devamlı kötüleşti. zikzaklar çizdi ve her bölgedeki zikzak da farklıydı birbirinden. bazen, bazı yerlerde, daha yaşanası lokal yerler oluştu ve bu hep değişti. hiç de cennet olmadı. sıkça cehennem oldu ama.

bir hastalık gibi bağımlıyız sabitlik hayranlığına. bunu pek bilmesek de kökleri parmenides’e gider. “her şey durur,” derdi rahmetli. o pek bilinmez, platon bilinir; “idealar sabittir,” der, “tikeller kusurlu kopya”. kınarken değişmekle suçlarız birini meselâ. sapıkça da olsa hayranız sabit durana. bu, doğu toplumlarında daha ağırlıktadır nedense. tekâmül, gelişim, değişim bir nevi “dönekliktir”. beyzâdemiz “kırk yıldır sabitiz,” diye şişer, îtiraz edenler bile onu yalancılıkla suçlar. kimse demez ki “tırtıllar kelebek oldu, sen put gibi ölüsün!”. o yüzden çok antipatiğizdir evrim lafına filân. teorisini bırakın, kelimesinden tiksiniriz. o yüzdendir “devrim” kelimesinin kalbimizi sıkıştırması. gregor gibidir değişen çünkü böcek olur rahat durmayan. diğerleri “insan” kalır. “iki günü denk olan” değil miydi “ziyanda” olan? bir akış var ve sen kaya gibi direniyorsun su gibi akacağına. dünkü işlerini beğendiğin gün öldüğünü anla işte. “progressive overload” denir sporda buna. her antrenmanda bir kilo fazla kaldıracaksın. yâni demem o ki bir nehirde yıkanılmaz iki kere. hep diyorum, heraklitos, “panta rhei” demiş; yâni “her şey akar.”. necip fazıl da şöyle devam etmiş:

“her şey akar; su, insan yıldız, târih ve fikir.

oluklar çift; birinden nur akar birinden kir.”

“felsefe yavaşlamak, mümkünse durmaktır,” demiştim. şimdi de akmayı övüyorum. hangisidir erdemlisi? ikisi de aynı şey; îzah edeyim…

akan şey, koşuşturup duran bir ahâli. neyi niye yaptığını bilmeyen bir robotlar sürüsü. canhıraş bir telâş ve sıkılmış dişler ile acele ediş ve hayatta kalış… işte bu sürünün telâşına karışmak ve koşmaya başlamaktır kınadığım. sürüye göre durmaktasın koşanların bakışından. ama nehrin yanından izleyen için hayatı ıskalamaktasın. tut zamanı, yâni yavaşla. sürü koşsun, aldırma. sen bir kayaya tutun gerekirse ve hayatı seyret. onlarla yuvarlanmadığın sürece gelişmekte, evrilmekte, tekâmül etmektesin.

dinle bak, zaman sessiz bir ses çıkartıyor.

“z kuşağı ve tekâmül” için bir yorum

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: