zâviye nazariyesi

  • 4 dakikalık bir metin-

bütün teorilerimi şimdi anlatacağım metafor üzerinden anlayınız ve gerçek, hakîkat, insan, aşk, güzel kanaatimi bunun üzerine inşâ ettiğimi ve hatta evrendeki her şeyi… evet, ileri gidiyorum ama her şeyi bununla îzah edebildiğimi görünüz.

ben buna “zâviye nazariyesi” diyorum, siz “perspektif teorisi” deyin.

ressamları çağırıyoruz ve iki gruba ayırıyoruz. bir dağın karşısında resim yapan ressamlar ile bir modelin etrafında çember olmuşların yaptıkları arasında ne fark vardır? dağa bakarak yapanlarınki birbirine benzer fakat çember olan grupta, her ressam farklı görür, farklı çizer. dağcı ressamlar yer değiştirse de muhtemelen aynı eser çıkar ortaya ama objeyi çizenler sandalye değiştirse çizdikleri çöp olur. peki, hayat hangisine benzer? hakîkat dağ mıdır, ortada duran bir obje mi?

yâni hakîkate samimi gözlerle bakıp dürüstçe anlamaya çalışan iki filozof nasıl olur da aynı aklî yöntemlerle farklı neticelere varır? göreceli midir?

modeli resmeden sınıfta resme not verecek olan öğretmen sadece resme bakmamalıdır eğer adilse. gidip öğrencinin sandalyesinden zâviyesini, açısını kontrol etmelidir. not verirken dikkat edeceği şey, her sandalyeden objenin nasıl göründüğü ve öğrencinin bunu doğru çizip çizmediği… dağ resmini yapanlar için kopya kolaydır da obje etrafındakiler için sandalye sayısı kadar perspektif çıkar. evet, hayat hangisine benzer?

apaçık ki ikincisine.

dağ gibi karşımızda duran ve her bakanın aynı açıyla gördüğü bir hakîkate inanmış insanlık târih boyu ve bu inanç, aldığı darbelere rağmen hâlâ direniyor. bu hayat görüşü eskidi. yenisi geldi.

kendi terminolojimle söyleyecek olursam, “hakîkat” karşında duran şeyin asıl kendisi, has varlığı ve esas duruşu. değişmeyen, dönüşmeyen, duran. “gerçek” ise bizim “hakîkat”e dürüstçe baktığımızda gördüğümüz. çoğumuz belki aklı kötü kullandığımız veya ön yargılarımız veya bacon’ın dediği 4 put yüzünden “hakîkat”e bakıp gerçeği göremiyoruz. gerçeği görünce de hiç benzemiyor birbirimizinki çünkü yerlerimiz farklı.

demek ki iki şey mühim; bakanın bakışı ve yeri.

aşka tam güçle tekrar döneceğiz. güzelliği halledelim önce çünkü ancak güzele âşık olunur.

efenim ben dış güzelliğe bakmam ki.”

“neticede güzelliğe bakarsın.”

“ama herkes güzel bulmaz benim âşık olduğumu.”

“sence güzel olduğu için âşık olan sensin ve âşık olduğun için onda çirkinlik göremezsin ve bunun dışı içi de olmaz. sence en güzel olan âşık olduğundur ve âşık olduğun en güzeldir.”

ismail tunalı’nın grek estetiği kitabını okuduğunuzda orada iki grubu görürsünüz. birincisi objenin kendisinde bir güzellik görüp o güzelliği göremeyene kör diyenler; ikincisi de süjenin güzel baktığı için güzel gördüğünü söyleyip objeye fazla kıymet vermeyenler.

obje, karşıda duran, yâni bakılan şeydir. “objektif” kelimesi oradan gelir. hep yanlış kullanılan “âfâkî” kelimesi de aynı anlamdadır. ufuklar anlamına gelir aslında. yâni karşında öylece duran. (dağ örneğini hatırlayın.)

süje ise bakıcı olan, objeye bakan. “enfüsî” kelimesi ile eş anlamlı.

yâni felsefe hep bu ikisi ile yapılır ve tartışma da bu ikisi üzerinden yarılır ikiye. efenim, güzelde mi mahâret, bakanda mı? eşyanın özünde var mı bir numara yoksa bakan mı onu kalıba sokan?

kuantumda kopan tatava buydu işte.

benim o her yere burnunu sokan gri şablonumu dayıyorum buna da. diyorum ki; “etkileşim!” yâni o objeye başka bir süje baksa bulmaz güzel; buna güzel bakan, başka objeye baksa çirkin, der. mârifet objede mi süjede mi? ikisinde birden.

karşıda duran dağ değil, hakîkat demiştik çünkü öyle olsa her bakan aynı yapardı resmi.

ortada duran bir obje misali… benim oturduğum sandalyeden objeye baktığımda ben güzel görüyorum. başkası başka bir sandalyeden de güzel bulabilir aynı objeyi ama açısı farklı olduğu için bir nevi farklıdır sebebi.

yâni çok güzel bir şey birçok kişi için çok güzeldir ama herkes için değildir. kapitalizm bu keşfi iyice istismar etmiştir. kadın bedeni üzerinden yaptığı operasyon az buz değildir. önce fast-food ile şişmanlatır, sonra zayıflık hedefi gösterir. bu sefer diyet bisküvisi ile biraz daha şişmanlatır. sonra tekrar kuruluk hedefi gösterir ve yağları cerrahi operasyon ile alır. fight club’ı izleyin, anlarsınız. iskelet, anorexia nervosa mağduru sağlıksız kadınları dergi kapaklarına basa basa bunu ideal zannetmemizi sağladı ve oranlı kadınlar bile kendilerine yapıştırılmış tuhaf hedeflerin peşinden gider oldu. hiçbir erkek özünde bu tercihte olamaz şâyet iskelet fetişi içinde değilse ki bence bir çeşit ölü seviciliktir (nekrofili) ama kadınların maalesef ciddi bir çoğunluğu açlık ve ölüm sınırındaki kemikli oransızlıkları “ideal” zanneder oldu. çatalhöyük’teki kadın heykellerine filân bakın meselâ, bugün obez denecek oranda şişmandır ve bu o dönemlerde bereket gibi görülürdü.

(us’tan alındı)

derin okumalar için şu yazıya bakın…

*omurga 2.etik 3.estetik acı aforizma ahlak akıl anlam aşk ben bilim cemiyet değişim dolunay doğa duygu edebiyat estetik etik evrim felsefe insan kitap kötülük mimesis mutluluk nietzsche psikoloji sanat sevgi sinema sosyoloji söyleşi sürü tekamül tin us varoluşçuluk zeka çürüme ölüm özgürlük şair şiir şizofren

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: