(yayımlanmış ilk yazım; 2005)
sosyoloji, yâni türkçesi “toplumbilim” denince ne gelir akla? “kral çıplak” diyemeyen insanı hangi alan incelemeli? “bireyler” ile “toplum” kavramları arasında ne fark olabilir? ”topluluk” yalnızca bir rakam meselesi midir?
davranış bilim (psikolojiden tam çeviri “ruhbilim”) 1900’lü yıllarda tam bir bilim olmuş ve ilerleyen yıllardaki “kişisel gelişim” akımları, davranış bilimi, içinden yeni bilimler çıkan ve çıkmakta olan devinimli bir bilgi bütünlüğü hâline getirmiştir. günümüzün egemen davranış bilimi ise dış ve iç gözlemsel yöntemler bir yana, biyolojinin (canlı bilim), kimyanın, fiziğin ve istatistiğin pek çok yönteminden faydalanmaktadır. 17. yy. avrupa’sında içine “şeytan” girdi diye yakılan hastalara, çağdaş davranış bilim yöntemleri umutla bakmaktadır. her geçen gün omurgalı beyin yapısının daha iyi anlaşılmasıyla belki bir gün, insan beyninin kimyasal ve elektrokimyasal yapısı tamamen çözümlenecek, hatta kim bilir, “içimizdeki biz” bulunacaktır. uzakdoğu mistizminin binyıllardır aradığı “ben” tözü, bir kimya formülünden bize gülümsüyor olabilir. eğer “ben” bulunursa, felsefenin uğraşacağı ne kalır ki!
davranış bilim, toplum içindeki maskelenmiş, kendisini yönetebilmekten aciz bireyler ve yalnızken kendisini göstermeyen toplumsal, gizlenmiş itkiler dolayısıyla bazı sorunlarla karşılaştı. genel geçer bir kural vardır: bir alanda araştırmacı çeşitliliği, araştırmacılarını birbirlerine yabancılaştıracak kadar arttığında, söz konusu alan, yeni alt alanlara ayrılır; bu konu için sorunun yanıtı toplumbilimdir. ”toplumbilim” adı altında doğan yeni alan, insanlık târihi ve günümüz toplumlarını göz önünde bulundurarak, “sanayi devriminin seri üretimindeki insanı” inceler. en çok kullandığı yöntem istatistiktir; yöntemi bilimsel olan bir şeyin kendisi de bilimseldir.
ekolojinin uğraş alanı olan canlı topluluklarına göz attığımızda, kimi türler doğar doğmaz, kimi türler ise belirli bir yaştan sonra yalnız bireyler olarak yaşamını sürdürür. omurgalı canlıların çoğunda görülen ise topluluklaşma içgüdüsüdür. bu tür canlılarda gözlemlenen bu içgüdü, pek çok diğer güdüyü bastırarak, sonunda üstesinden gelinemez bir yalnızlık korkusuna dönüşür. nasıl bir yapıya sâhip olursa olsun, her sürü için geçerli temel iki kural vardır: “liderin eylemleri doğrudur; lider eylemsiz kalırsa, geçici bir süre için sürünün kendisi (çoğunluk) liderdir”.
ölçek biraz makrolaştırıldığında daha karmaşık ama aynı mantık temelli bir sürü tipi de insan için geçerlidir. bu sürüler, çılgınca bir istekle yığma duvardaki bir tuğla olmaya çalışırlar; insan sürülerinin farkı, 2. maddenin daha ön planda olmasıdır. özgüveni yüksek-düşük çoğu “toplumsal birey”, bu güçlü iç güdü yönetiminde koca bir ömür geçirir ama fark etmez. dikkatlice incelendiğinde mantık aynıdır: topluluklar, kendilerini birbirlerinin yanında huzurlu hisseder, birlikte yaşar, avlanır (iş bulup çalışır), konaklar ve hareket eder; ortak değerler oluşturur, paylaşır ve bunlara saygı duyarlar. barışan ve savaşan, birey değil, sürüdür: fikir tek, eylem tektir. sürü heterojen değildir: gruplaşmış ne varsa içine sindirir. “toplumsal birey”, sürü desteğini görmek istiyorsa, “kral çıplak” dememeli, düşünmemelidir. sürü için etik (ahlâk felsefesi), uzayda yapılamaz. etik çoğunluktan yanadır; yargıç toplumun kendisidir. “toplumsal insan” yavrularının doğduğu andan îtibaren, sürüden sürekli olarak aldığı kınanma ve takdir telkinleri, eski sürü nesli gittiğinde onların yerini alarak, sürüyü büyütme isteği konusunda kendisini eğitecektir. bana göre, insan yığınlarını farklı kılan, bu kargaşadan nadiren de olsa “karınca z”lerin çıkmasıdır. ”karınca z” doğruları bulurken, küçükken ona dayatılanları görmemezlikten gelerek, “kuşkucu” bir yaklaşımla gücünün yettiği her şeyi sorgulamaya ve henüz sorgulamadığı hiçbir şeyi kabul etmemeye kararlı, doğruya ulaşmak konusunda kendisinden başkasına, özellikle de sürüye asla güvenmemesi gerektiğinin farkındadır. “karınca z”, çoğunluk üzerine kurulu hiçbir felsefeyi kabul edemez, onun tek amacı bir “çıplak kral” aramaktır.
eğer sürü içerisindeki bir birey, sürüye yakışır davranmıyorsa dışlanmalıdır, öyle de yapılır. örneğin, doğal ortamında sürüden uzaklaştırılan sosyal bir canlının, yaşamının geri kalanı, ölümü beklemekle geçer. hayvanlardaki bu sürüden atma iç güdüsünün benzeri, farklı fikir yapısına sâhip insanlara da uygulanır. birinci madde gereği, liderin dışındaki herhangi birisinin sürüyü ki değişime son derece dirençlidir, yönlendirmeye kalkmasının sonucu genellikle hüsrandır. ama bu, toplumların asla değiş(tirile)meyeceği anlamına gelmez.
değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir
heraklitos
insanlık târihinde, aykırı fikir sunanların kimisine giyotin, kimisine ateş… bence “bireyselleşme akımı” copernicus ve gauss ile başlar. onların başlattığı aykırı fikir hareketi, bilim(?) çevrelerince bile yüzyıllarca aşağılandı. günümüz bilimi ise, onları aşağılayanları aşağılıyor: hiçbir “çıplak kral”, sonsuza dek “giyinik” kalamaz.
bu noktada, notlarımın arasında gözüme takılan bir yazı konuyu bütünleyecektir:
“insan büyük bir insanlık târihi içine doğuyor. yâni soru ve cevaplar târihi… özellikle 21. yüzyılın insanoğluna getirdikleri, insanların programlanmış yaşam makineleri hâline gelmelerinde büyük etken. evet, artık suyun kaç derecede kaynadığını araştırma ihtiyacı hissetmiyoruz. ancak ne yazık ki fen bilimlerindeki bu doğal tavrımız, sosyal bilimlerde bizi sınıfta bırakıyor. yoksa bu kadar savaşı nasıl açıklardık?
târihe baktığımızda her yüzyıl için parmakla gösterebileceğimiz 1 ya da 2 insan var. bunlar ya dâhi ya da deli. peki, onların bir parmak hareketine bakan yığınlara ne demeli! işte onların birçoğu maalesef nasıl yaşamaları gerektiği kendilerine anlatılan insanlar. bugün de durum pek farklı değil. sadece savaş değil, birey olarak da insanların zihin yapısı bu tezi destekler mâhiyette. öyle ki artık biyografiler okuyoruz. bunlar çok nitelikli, okunmaya değer yaşamlar da olabilir. ne var ki kendimize bir yaşam seçiyoruz sonra. sonra ‘a’ gibi gülüyor, ‘b’ gibi ağlıyoruz. felsefe kitaplarından hazır soru ve cevaplar alıyoruz. ve en nihâyetinde milyonlarca gerçeğe ulaşıyoruz. bize âit olmayan gerçeklere…
işin özü şu ki; günümüz dünyasında, birilerinin yeni bir şeyler sorması, târihe ve insanlığın geleceğine dair tezlerini bir potada eritip, kendine bir rol biçmesi zor iştir. kaldı ki bu birçoklarına faydasız görünebilir. faydanın para ile ölçüldüğü bir dünyada bu doğaldır da. ancak en azından kaliteli gülmek ve kaliteli ağlamak için bu şarttır. herkes hayatın kısalığından dem vururken bizim hayatımızı bir çırpıda anlatamayacak kadar doldurmamız, sorarak yaşamanın bize vaat ettiğidir. üstelik tüm bu sorulardan bir cevabın çıkması da gerekmez. çünkü cevap zâten, soru sormanın kendisidir.”
mehmet fatih hüner
yalıtımlı, yâni dış ekosistemlerle bağlantısı kısmen ya da tamamen kesik olan topluluklar, kendi iç döngüleri içerisinde daha özgün olurlar. kendi içlerinde ileri düzeyde “sürü” iken, dış çevre ile uyumsuz… aslında sürü, zaman değişkeni ile düşünülmelidir: bir toplumun eskimişliği, sürüselliğine işarettir. günümüzün, bilgi ve iletişim toplumu, târihin geleneklerinde kısılıp kalan sürüleri dışa açmış, bireyselleş(tir)me akımını başlatmıştır. işin ilginç tarafı “akım” sürüce bir terimdir ama bu olayda da görüldüğü üzere, sürü bindiği dalı kesiyor gibi! yöntembilim (teknoloji), bize hiçbir bilgi disiplininin veremediğini, günümüzün iletişim toplumunu verdi. ana sürüdeki bu etkileşim, belki de bir gün alt sürü sınırlarını tamamen yok edecektir. bana göre iletişim, sürüselleşme demektir ki bu eylem, tek parça hâlindeki o dev sürüyü, insanlık târihi sürüsünü oluşturacağa ve krallar, yıllar yılı giyinik(?) kalacağa benziyor.
cehâlet mutluluktur!
sokrates
(haşiye: olanca acemiliği ile pek müdahale etmeden bıraktım bu genç çocuğun ilk yayımlanmış yazısını. şimdi olsa böyle mi yazılır, o ayrı bir sual ama 21 yaşında bir gencin, kendi gençliğimin, kendi geçmişimin hevesini kırmak istemiyorum)
*omurga 2.etik 3.estetik acı aforizma ahlak akıl anlam aşk ben bilim cemiyet değişim dolunay doğa duygu edebiyat estetik etik evrim felsefe insan kitap kötülük mimesis mutluluk nietzsche psikoloji sanat sevgi sinema sosyoloji söyleşi sürü tekamül tin us varoluşçuluk zeka çürüme ölüm özgürlük şair şiir şizofren