dört dehşet-giriş

  • 3 dakikalık bir metin-

bilen bilir, kalabalık laflardan, gitmeyen misafirlerden ve mıymıntı konuşmalardan hazzetmem. o yüzden internette bulduğunuz dolambaçlı târifler yüzünden arkanıza bakmadan kaçtığınız o “varoluşçuluk” hakkında sade bir sohbet yapacağız. bilen bilir, felsefî jargonla düz duvarı bulmaca gibi göstermekte de mâhirim ama az konuşmak, çok konuşmaktan güçtür, bilirim. varoluşçuluk… ne ola ki? ilginizi çekeceğini düşünüyorum çünkü teori o ki tüm hayat sorunlarımız, haydi mütevâzı olalım, tüm psikolojik sorunlarımız ona dayanıyor imiş.

filâncanın falancanın varoluşçuluğu da var ama ben kendiminkini anlatayım.

üç tip varoluş var.

taş, toprak ve kuru yaprak, su, ateş ve havanın varlığı cansızdır. öyle idik bir zamanlar. hatırlamıyoruz. yâni, cansız. cansızın tek ödevi çözünmek dağılmak, çürümek, düşmek. ilk varoluş şekli çürüme.

ikincisine canlı veya beşer denebilir ki bakteri ile suyun farkıdır kendisi veya ölü karınca ile dirisinin. taş toprak düşer de kedi ve kuş hareket eder. şizofren’de örnekti, rüzgârda uçan kuru yaprak ile direnmeye çalışan kelebek kıyası. yâni canlı olan her şey ürer, hayatta kalmak ister, çürümeye direnir ve korkar. sizin insan dediklerinizin çoğunun da varoluş biçimi budur. yer, içer, uyur, ürer, ölür. yâni hayatta kalır. ikinci varoluş şekli hayatta kalma.

ilki evrende çok fazla, ikincisi bizim gezegende bile belli yerlerde, üçüncüsü ise son derece nâdirattandır. beşer olarak doğarız hepimiz ki bu da hayatta kalma hâlimiz. şâyet başarabilirsek kendimizi inşa ederiz, yaratırız, kendimiz oluruz, var oluruz, “ben” diyecek gücü buluruz veya diğer deyişle, insan oluruz. üçüncü varlık biçimi yaşama ki hayatta kalanların çoğu gerçekten yaşamaz. yaşamaya hayatımızın belirli bir evresinde başlarız. yâni beşer doğar, becerebilirsek insan ölürüz. işte bu, bizim elimizde olan varoluş biçimidir çünkü diğerleri inşa edilmedi, mâruz kalındı. doğamız gereği etimiz çürümekte ve tenimiz hayatta kalmaktadır ama ruhumuzda bir “ben” olma potansiyeli vardır.   anne rahmi denen cennetten, yarı cennet olan memeye, oradan da çeyrek cennet olan aileye düşeriz ve tedricen dünyanın kucağında buluruz kendimizi. ana rahminin sonsuz huzurunu özleriz. mutlu bir akvaryum balığı olduğumuz dokuz ayı… ama dünya hiç de öyle değildir ve yaşadıkça dört dehşet verici varoluş hakîkati ile başımız belâya girer. ya bunları inkâr ederek uyuşmalı ve mutlu akvaryum balığı hayali ile yaşamalıyız ya da uzayda savrulmakta olan bir yarım elma olduğumuz gerçeğini kaldırmalıyız. kaldırmak kelimesi kritik çünkü bu dörtlü okşanmak için değil, katlanmak için var.
çoğumuz işte farkında olmadan bu dört anksiyeteyi inkâr etme uğruna hayatlar kurar, iş kurar, âşık olur, evlenir ve hatta çocuk yaparız. fakat bu pis çete tehlikeli ve yapışkan olduğu için yakanızı bırakmaz ve her yastığa başınızı koyduğunuzda sizi boğmaya yeltenir. çözüm, yüzleşmek…


yaşamın ortasındaki ölüm


hürriyete mahkûmiyet…


mutlak yapayalnızlık


anlamsız, mânâsız hayat…

*omurga (7) 2.etik (20) 3.estetik (12) acı (8) aforizma (22) ahlak (60) akıl (9) aşk (53) ben (7) bilim (35) cemiyet (11) değişim (8) doğa (12) duygu (8) edebiyat (50) estetik (9) etik (14) evrim (20) felsefe (135) insan (87) kitap (45) mimesis (13) nietzsche (9) psikoloji (139) sanat (11) sevgi (18) sinema (12) sosyoloji (87) söyleşi (12) sürü (8) tekamül (7) tin (10) us (11) varoluşçuluk (8) zeka (8) çürüme (8) ölüm (8) özgürlük (7) şair (9) şiir (34) şizofren (10)

“dört dehşet-giriş” için bir yorum

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: