sevgi

  • 1 dakikalık bir metin-

sevgi, kötü kılar.

*omurga 2.etik 3.estetik acı aforizma ahlak akıl anlam aşk ben bilim cemiyet değişim doğa duygu edebiyat estetik etik evrim felsefe insan kitap mimesis mutluluk nietzsche psikoloji roman sanat sevgi sinema sosyoloji söyleşi sürü tekamül tin us varoluşçuluk zeka çürüme ölüm öteki özgürlük şair şiir şizofren

ahlâklı insan tutarsız olandır!

  • 4 dakikalık bir metin-

imdi… kötülük yaptık. ne yapacağız?

birincisi, işlediğimizin kötülük olduğunu kabul edeceğiz ve kötülükler işleyen bir canlı olduğumuz gerçeği ile yüzleşerek yaşayacağız. hem de ömrümüzün sonuna kadar. ve kötülüğe kötülük demeye devam edeceğiz. ilkeler revizyonuna gitmeyeceğiz. işte, tam burada doğrular-gerçekler arasındaki düalizm ile tanışmış oluyoruz. bu düalizm ile tanışma çağımız yirmilerin başıdır. daha evvelinde net bir tahlil yapamıyoruz. doğruların tertemiz, tepede ışıldamakta olduğunu ve gerçeklerin pis pasaklı, yerlerde süründüğünü anlamış oluruz. gerçeğin asla doğrulara yetişemeyeceğini ama gerçekleri kurtarmak için de doğruların o pak yüzünün kirletilmemesi gerektiğini…

falanca, bilmem kaç kadına tecavüz edip öldürmüş, teşhisi konuşuluyor. bu dsm denen saçmalık yüzünden ortada “kötü” filân kalmıyor. onlar “hasta” imiş çünkü “deli” imiş! deli dediğin, planlı programlı ve son derece kasıtlı ve zekice cinâyetler işliyor. modern insan kötüyü anlayamıyor kanımca. evvelden kötü vardı. hitler’in psikopatolojisi diye bir kitap okumuştum; ne saçmaydı. adam bir sürü siyasî takla atıp başa geçecek kadar ayık da elli milyon avrupalıyı öldürürken mi deli? kötü işte! bu kadar basit. deli dediğin an, mâsum olur o kişi. şu sosyopat, öteki psikopat, bu da manik… ee kim kötü? baklava çalan… bir de sınavda kopya çeken filân işte… kötüye ilaç satamayan ilaç firmaları, “deli”nin tanımını genişletti, biliniz. deniyor ki depresyon vakaları patlama yapmış! kimse de sormuyor “tanımı değişiyor mu?” diye. uçan kuşa tanı koyarsan herkes a-normal çıkar. küfürbazın filân bile tanısı var. bir de şu var tabiî: tipik amerikalı seri katilleri inceleyin; şaşıp kalırsınız. kesti, yedi, tecavüz etti sıralaması yer değiştirir durur devamlı. onlara “kötü” dediğiniz an sizinle aynı türde olur ki bunu kaldıramazsınız. o yüzden “öteki” demek istersiniz. deyince rahatlarsınız. deliyse suçsuz! deliler cennete, unutmayın; cehenneme de bir iki adam lâzım.

ikincisine gelirsek…

kötülük işledik. ne yapacağız? inkâr edeceğiz! sürünün çoğu bu yolu seçer. güçtür suçlu yaşamak. diyeceğiz ki: “o eylem, değil bir kötülük. kötülük sanıyordum ben bir zaman. mantıklı düşünelim, herkestir o eylemi yapan. herkes mi kötü olan? herkes mi kabahatli? o kadar da kötü değil o yaptığım. hem hafifletici nedenlerim var. toplum itti hem beni. hem öğretmenim kötüydü. çocukluğum travma dolu. fakir ve açım. sistem çürük ve batık. çağımızdır günahkâr olan, ben değilim. ben değilim yaptıklarımı yapmak isteyen.”

yâni fikri revizyona gideriz: o yaptığım şeye düne kadar kötülük diyordum; artık demiyorum.

buna doğrular ve gerçekler arasındaki çatışma denir. olgun ruhlardan başkasının kafası çok karışır bu konuda. çocukken benim de kapıldığım şu tuhaf aforizma, tüm dimağlara işlemiştir: “ya inandığın gibi yaşa ya yaşadığın gibi inan!”

önce çok havalı gelen bir ifadedir. bıçkın slogan ve hayat amacı… dürüst, yekpâre, mert ve cesurca… mevlana’nın şu sözü de destekler yandan:

ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün!

bir insanda kötülük ne zaman başlar? tutarlılık illüzyonuyla beraber elbette. çocukların iddiası değildir tutarlılık. o yüzden mâsumdur onlar. ancak, ahlâksız kötücül yetişkinler “tutarlıyız!” diye nâra atar.

ahlâklı insan tutarsız olandır! ne geldiyse başımıza, özü sözü bir olanlardan geldi. söz, erdemi söyler ve öz de uyabildiği kadar uymaya çalışır. ama uyabildiği kadar elbette… uyamadığı yerde ne olur? her “tutarlı” koyun, sözünü özüne uydurmaya başlar. yâni şeytanlaşır. çünkü insanın içinde şeytandan başka bir şey yoktur.

kendiyle barışıkmış-mış, özü sözü birmiş-miş…

sözleriyle bir olmayan özleri özledik. ne geldiyse başımıza, kendiyle barışıklardan geldi. aşağılık yalancılar.

özü sözü apayrı, kendiyle yaka paça on adamla dünyayı fethedersin. neticede karşında yedi milyarlık tutarlılık illüzyonu kurbanı var.

kötülükse özümüz, o özü kınamak olmalı sözümüz.

kınamak demişken… bir de cemiyetin bazı hasta ruhları der ki: kınamayın, başınıza gelir! bu nasıl bir beyin kabızlığıdır, ahlâk uyuşması ve fikir yobazlığıdır böyle! kınamalıyız! kınamak ahlâkın en aşağı seviyesidir. elimizle düzeltmeyi beceremediğimizi dilimizle düzeltemezsek ne işe yararız? omurgamız nerede? kötüye kötü, zalime zalim demeyelim mi? okşayalım mı?

efendim, büyük konuşmayacakmışız, başımıza gelirmiş! asıl, küçük konuşmayalım. her lafımız büyük büyük çıkmalı. o mıymıntı ağızların korkak analizleri uykumuzu getiriyor hep. küçük laf eden küçük kalır. büyük konuşacağım. umarım gelir başıma. gelirse, daha büyük konuşurum!

bir de bu özü-sözü bir olanlardan beteri, içi dışı bir olanlar var. içinde ne var ki hınç ve şehvetten başka? haset bir domuz değil misin kendinle baş başa? bir de bunu dışa yansıtıp irin mi fışkırtalım gözlerimizden? bâri dışımızda bir gölge kabilinden de olsa iyilik bulunsun. içimizdeki zift kokusu saklı kalsın, mahrem olsun.

dışımız olmasın içimizle bir. ve de sözümüz bir olmasın özümüzle.

tabiî, “lafa değil icrâata bakarım”cılar vardır bir de. insanın yaratma salâhiyeti mi var da icrâata bakıyorsun? bir yığın parametre var. benim elimde olan bir ikisi en fazla. elimde olmayan yığının içinde şansı var, sağlığı var, hava durumu var… var da var. milyonluk girdi parametresine koşut, tek bir icrâat var. yâni o icrâat da benim değil, kaderin işi. benim işim en erdemli, en asil lafı söylemek. icrâat benim işim değil.

hâsılı gördüğünüz gibi, peynir gemisi bal gibi de lafla yürüyor işte…

*omurga (7) 2.etik (20) 3.estetik (12) acı (8) aforizma (22) ahlak (60) akıl (9) anlam (7) aşk (53) ben (7) bilim (35) cemiyet (11) değişim (8) doğa (12) duygu (8) edebiyat (50) estetik (9) etik (14) evrim (20) felsefe (135) insan (87) kitap (45) mimesis (13) mutluluk (7) nietzsche (9) psikoloji (139) roman (7) sanat (11) sevgi (18) sinema (12) sosyoloji (87) söyleşi (12) sürü (8) tekamül (7) tin (10) us (11) varoluşçuluk (8) zeka (8) çürüme (8) ölüm (8) öteki (6) özgürlük (7) şair (9) şiir (34) şizofren (10)

kötülük (diye bir şey niçin var?)

  • 9 dakikalık bir metin-

tanrı deyince ilk akla gelen kavram da adâletin ta kendisidir. ve şu soru:

“tanrı adilse, bu dünyanın hâli ne?”

bu soruya refleks bir cevap olarak şu verilir: “bir gün gelecek.”

hayır, üzgünüm. adâlet filân gelmeyecek. dünya dâima acı dolu, kötücül ve adâletsiz olacak. asla da gelmemelidir belki. o zaman cennete de gerek kalmaz, cehenneme de. bu garip soru adâleti tek parametre sanmaktan ileri gelir. oysaki adâlet en az ve en fazla ve zorunlu olarak iki adet parametre içerir: girdi ve çıktı. ya da fiil ve hüküm. bu sorudaki mantık hatası şuna benzer: jandarma aracıyla mahkemeye götürülen birisine “adâlet” diye haykırmak! iyi de adam daha çıkmadı ki hâkim önüne. mahkeme yanlış hüküm versin, sonra inlersin.

yâni dünya yalnızca girdi parametresini teşkil ediyor. çıktıyı görmeden yorum yapılamaz. boynuzlu koyun boynuzsuz koyuna eşit değildir diye finalde adâlet yoktur denemez.

karma’yı bilir misiniz? inançsızlar arasında da dünyanın adil olduğunu düşünebilen safdiller de şöyle bir savunma geliştirmiştir: “kötülük yapıyorsun, bir sonraki hayatında çıkıyor,” ya da “kötülük yapıyorsun, o seni dönüp dolaşıp muhakkak buluyor.”. hangisi daha aptalca bilmiyorum. reenkarnasyon konusunu müstakil işlemek istiyorum; ahirete inanmayışın sosyetik versiyonudur kendisi. ya da orijinal haşir inancının evrim geçirmişidir. hayat tek. sonra ölüyorsun. mahkeme çıkıyor karşına. konu bu. aynı aptal dünyada, aynı kısır döngülerde kıvranıp durmuyorsun. burası çekilecek dert değil zâten. altmış yıl zor geçiriyoruz ki onda bile intihar düşünerek geçiyor. çünkü burası çok sıkıcı.

diğer ihtimale gelirsek, karma mıdır nedir, yaptığın bir kötülük seni buluyormuş. çünkü hanımefendinin görümcesi geçen bir kötülük yapmış. o da onu bulmuş.

olmaz olsun böyle tümevarım! yok böyle bir şey. herkes borçlu ve alacaklı gidecek. târih boyunca büyük kötülere ve büyük kahramanlara bakın, anlarsınız. alacağını alıp da giden yok. 

bir de şu var tabiî, karma varsa kimseye cezâ vermeye de lüzum yok çünkü evren hallediyor, ne güzel. birisi size tokat attıysa siz onu öpün ki eski hayatınızdan bir suçunuzun cezâsını çektiniz ve bitti.

yâni netice o ki şunu iyice anlayalım: burası kötülük, acılar ve adâletsizlikle dolup taşan bir çöplüktür. sineklerle doludur. kokuşmuştur. en az zararla kurtulmaya bakalım. mahkemeden sonra çıkacak her şey ortaya. olmayan bir şeyi olmadığı yerde aramayın.

bunlar fevkalâde nâzik mevzûlar.

iki tür ahlâk var: kendimize ve cemiyete karşı olan ahlâk. kendimize karşı ödevlerimizi tekâmül konusunda konuşacağız. kendini hiç inşâ etmemişin ahlâkı varsa da yoktur. kendimize de ödevlerimiz var, evet.

doğuştan sâhip olduğun hakkı dilenme, çal; öfkelenme hakkın yoksa affetmen hükümsüzdür; hür hissetmiyorsan sevilen şey sen değilsin. ortada bir “sen” olması için “sen” tarafından seçilmiş bir şeylerin, tercihlerin olması gerekmektedir. “aptal” olduğunu söyleyene “kader” diye cevap ver ama “ahlâksız” olduğun söylenirse ciddiye al; var olduğun için utanma fakat gurur da duyma. ailelik eden aileye minnet duy çünkü cinsel ilişki yaşarlarken ailenin istediği sen değildin, bir bebekti; kimseyi akraban olduğu için sevme; sevmek için de nefret için de sebepler ara; sana yapılan zulme susman da seni dilsiz şeytan yapan bir şeydir; sadece mecbur olunmayan şeyler ikramdır ve teşekkürü hak eder. hakkını, maaşını, emeğinin karşılığını alırken teşekkür etme; yaşadığın, var olduğun, yer kapladığın için özür de dileme, teşekkür de etme; senin üzerindeki emeklerini başına kakmış olanın kakması sırasında aldığı şeytansı haz, ücretidir, ödenmiştir. sen kendin olduktan sonra etrafında kalanlara bak, diğerleri firedir, teleftir; sana senin müsâaden olmadan iyiliğin için de olsa yapılan her şey kötülüktür. 

cemiyeti ne yapacağız?

ne büyük tâlihsizlik ki ahlâk (latince “moralis”) veya etik (eski yunanaca’da “ethikos”) kelimelerini duyunca akıllara ilk önce kadın, sonra da çıplaklık gelir. peki, ahlâk nedir? bir kedi bir fareyi yerken kötülük mü eder? hayır, çünkü doğasıdır. inek çim yerken çime kötülük etmez ve dolu yağdırırken kötülük etmez bulutlar tarlaya (bknz: teodise). ya da kuşunuz parmağınızı ısırınca kötülük demeyiz, bebeğiniz evi yaksa da. acı mı, belki. hazla/acıyla ölçemeyiz kötülüğü; ön şart başka: akıl, us.

demek akıl yokken “tabiî” diyoruz her şeye. delinin de bakılmaz kusuruna, sarhoşun, yaşlının ve uyuyanın, cinnetlinin. kötülük edebilme yeteneği akıl sayesinde mümkündür ve kötülük yeteneği bulunmayanın iyilik yeteneği de yoktur. yâni doğal, iyi ve kötü eylemler var sadece. peki, niyet mi mühim sonuç mu? kant gibi cevap vereyim; “niyet.” çünkü bizim yaratımlama yeteneğimiz yok ki iyilik yapalım; en fazla iyi niyetli bir şeyler yapar, denize atarız. yâni birine iyilik edelim derken zarar da versek, adı iyiliktir. bizim elimizde bir zayıf talep var beyne gönderdiğimiz ki emir bile veremiyoruz, ricâ, istirham…

bediüzzaman’ın örneğidir, on güçlü ve akıllı adamın on günde yaptığı kulübeyi, bir haylaz çocuk on sâniyede yakar. yapma konusunda yetenekli sayılmayız yıkıcılığımız kadar; yâni kırıp dökmeyin yeter.

ortada bir kötülüğün olması için etkenin akıllı, edilgenin canlı olması asgarî şart; kedi ve bebek arasında etik doğmaz meselâ. (yani bir bebek masum filan değil güçsüzdür). ilk kaide şüphesiz ki tarafların rızasıdır. rıza varsa etiktir, nokta. (nokta diyorum ama bu konu bu kadar kısa değil.)

kaldırımıma tüküremezsin, bana doğru bakamazsın, duygumu ememezsin, şâyet rızâm yoksa. kendilik “kime ne!”, ahlâksa “bana ne!” diyebilmekte. bence iki sihirli kelime. mahremde rızâ varsa hürriyet sonsuzdur; umuma açıkken şâhitler de denkleme girer. rıza konusu muğlaksa olmadığı varsayılır. bu sefer herkesin temel kendilik hakları dikkate alınır. tapma, düşünce ve nefretin suçu olmaz; eylemdir mühimi. ikinci kaide, yolun başındaki söz esastır. yolda giderken kurallar esnemez. üç, doğrular savunulurken hayatlarımızdaki kötülüğe göre değerleri yamultulmamak, kötü de olsak iyi de olsak iyiyi savunmak asgari ödev. kimseyi de iyi yapamazsınız; aile, öğretmen, toplum olarak travmaya sokmayın, yoldan çekilin yeter.

evet, ben ahlâk eğitimine inanmam. bildirimine inanırım.

bu yazacağım kötülük analizi, binlerce yıldır saç yoldurtan suallere keskin bir cevap olarak kala, okuna.

kötülük meselesi öyle cinnetlidir ki birçokları dinden çıkışını buna bağlar. eski bir sual de şudur: tanrı kötü değilse kötülük diye bir şey niye var? teodise’dir adı bu sualin. uyku kaçırtan cinstendir. epikür’dür ilk ortaya atan. raffaello’nun “atina okulu” freskinde, şişman, al yanaklı bir adam vardır, o.

yolda yürürken, karşıdan gelen adam suratınıza bir yumruk attı durduk yere. acıdı mı? evet. kötülük mü? evet. o adam kötü mü? belki de yığınla iyiliği vardır ama o eylemi kötüydü.

ayağınıza taş mı çarptı? canınız acıdı. kötülük var mı? hayır. acı? acı var sadece. demek ki acı olan her şey kötü değilmiş. (bunu nedense ara sıra hatırlatıyorum.)

anne misiniz? yola atlayan çocuğunuza ânî bir tokat vurmadınız mı hiç? hani, fevrî, küçük, gayriihtiyârî… acı var mı? var. kötülük? hayır, iyilik var. demek ki bazı acılar iyilik bile olabiliyor.

babasınız. câhilsiniz. sanıyorsunuz ki her karın ağrısına iyi gelir sıcak torba. oğlunuz kıvranırken telâşla hazırlayıp bastırdınız. duâ da ettiniz iyileşsin diye. ne oldu? apandisiti patladı. acı var mı? çok. kötülük var mı? büyük soru. 

neticesi acı olan iyi niyetin olduğu yerde kötülük var diyebilir miyiz? kant’a göre diyemeyiz. islam’a göre de. orada kötülük yok, acı var. günah da yok. suç da yok.

bilmek… ah, o bilmek… her şeyi bilsek her şey değişirdi. bilmek, evrendeki en kritik çizgidir. “şimdiki aklım olsa o şeyi yapmazdım,” deriz. şimdiki “aklım” mı, “bilgim” mi? “aklım” ise o yaptığımız bir hataymış gerçekten de. daha iyi akıl ile daha iyi şeyler yapılabilirmiş. “yapmamalı idik,” diyebiliriz. pişman da olmalıyız. fakat cürüm dediğimiz şey bilgi eksiğimizden, yâni geleceği bilmemekten kaynaklanıyorsa yolunuza gidiniz. kâhin olmadığınız için mi kızgınsınız kendinize? sizi boşuna atmışlar hapse. bilseniz, o şeyi değil, tüm evreni değiştirebilirdiniz. tabiî ki bilmeyeceksiniz. akıl mı? şimdiki aklınız dünkü aklınızdan ileri olmalı elbette. bu olmalı hedefiniz. tekâmül budur. yoksa bugün dünden daha çok bilmek erdem olamaz. inekler de yeni çayırları keşfetti dün bilmediği. köpekler, yeni ağaçlara işedi. geçiniz.

mevzûya dönersek… o baba, iyi niyetle acı bir şeye sebep oldu. tamam, iyilik var diyemeyiz belki ama kötülük de yok. salın o babayı hapisten. affetsin kendini de. kötü bir şey yapmadı. bilgileri doğrultusunda en iyisini istedi ve uyguladı. tıpkı tüm dünyadaki diğer iyiler gibi.

kötülük için niyet esasmış. kötü bir niyet gerekmiş. kim kötü niyetli? parmak kaldırsın. kimse mi? sesim mi ulaşmadı acaba?

çok şâhâne birer inkârcıyız hepimiz. hep iyi niyetler, pembe kalpler, “one world”ler, tüm kadınlar güzeldir ve bütün insanlar kardeştir… kötülük denen şeyi hak ihlâli diye tanımlarsak, bilerek isteyerek hiç mi hak ihlâl etmediniz? sıra kapmadınız mı? rüşvet vermediniz veya almadınız mı? fazla aldığınız para üstünü cebinize yuvarlamadınız veya eksik para üstü vermediniz mi? vergi kaçırmadınız mı? iştahla bakmadınız mı başkasının imzalısına? yalan söylemediniz mi, kocanıza da mı? pembesi de mi çıkmadı yalanın ağzınızdan? çerezcide çalışırken fındıkları yemediniz mi? kaçak program da kullanmadınız bilgisayarınızda?

çeşitli oranlarda kötülükleri işliyoruz. irili ufaklı ve devamlı. bununla yüzleşirken iki büyük hamleden birisini yapabiliriz. zannediyorum, tüm hayatta en kritik karar anı budur. en temel etik sorunsalı… samimiyet ve inkâr arasındaki kapkalın çizgi. işte bu duruş, bizi erdemli veya korkak yapan şeydir.

bilkuvve, yâni potansiyel olarak kötülük ancak akılla başlayan ve akılla artan bir şeydir. bir eylemin kötülüğü araştırılırken fâilin aklı muhakkak dikkate alınmalıdır. sırf bu yüzden bilirsiniz, çocuklar mâsum sayılır “akil ve baliğ” olmadan. akıl yoksa eylemler ne iyidir ne kötü. olsa olsa doğal kaderdir, yağmur yağması kabilindendir.

1-iyi

2-doğal

3-kötü

doğal olanda kötülük ve iyilik olmadığı için teodise sorusunun cevabı budur. yaratıcı, yâni kaderin sâhibi, yâni doğal olan her nedenselliğin yapıcısı, akıl üstü yâni her şeyi bilici olduğu için akla ihtiyaç duymayıcı, o yüzden kötü de iyi de olamayıcıdır. bilgisi eksik olan akla ihtiyaç duyar çünkü bildiğinden, bilmediğine gitmek ister. akıl bir hesap çeşididir ve her şeyi bilen için küçültücüdür.

o yüzden delide, çok yaşlıda, âşıkta, sarhoşta, çocukta, hayvanda akıl yok sayıldığı için kötülük de yok sayılır.

tanrı’nın kötü olamaması başka bir sebebe daha dayanır. kötülük zâten tanrılık ile başlayan bir kavram olduğu için, tanrı’ya inanmayan ateistlerin kötülüğe de inanmaması îcap eder. tanrı’ya inanan ise kötülüğün tanımını tanrı’dan dinler. o yüzden değildir depremler kötü, afetler kötü.

târih boyunca tartışılmıştır ayrıca ahlâk ve erdemin kökeni. rasyonel kökeni olmadığı söylenir. ben kesinlikle sezgisel olarak iyi ve kötü olanı bulabildiğimizi ama temellendiremeyeceğimizi düşünüyorum. yâni içinde bulunulan pozisyon için iyi ve kötü söylenebilir hâldedir. detaylar tartışılabilir olsa da genel olarak bir maddeye indirgeyebiliriz.

“tarafların rızâsı esastır.”

sadece bunun üzerinden epey bir malzeme çıkıyor. ahlâkın konuşulması için akıl dışında bir şey daha gerekir. öteki. ıssız adada ahlâk olur mu? ahlâklı olunabilir mi? yâni temas kuracak veya kötülük edecek en azından bir öteki gerekiyor ve kötülüğün/iyiliğin doğması için de akıl. yâni ahlâk ancak akıl ve öteki ile başlatılır.

akıllı bir insan canlılarla dolu bir adada yaşarken adâlet, ahlâk ve kötülük söz konusudur. akıllı bir insan, akıllı insanlardan oluşan bir cemiyette iken ise ahlâk ve kötülük çok daha karmaşık olarak vardır. cemiyet kompleksleştikçe ahlâk hükümleri vermek de kompleksleşir.

ve son bir şey daha; hep dediğim gibi,

sevgi kötü kılar.

*omurga 2.etik 3.estetik acı aforizma ahlak akıl anlam aşk ben bilim cemiyet değişim doğa duygu edebiyat estetik etik evrim felsefe insan kitap mimesis mutluluk nietzsche psikoloji roman sanat sevgi sinema sosyoloji söyleşi sürü tekamül tin us varoluşçuluk zeka çürüme ölüm öteki özgürlük şair şiir şizofren

kıskanç kötüler

  • 2 dakikalık bir metin-

iyi ve kötü insanlar yoktur, iyi ve kötü eylemler vardır.

“onda var bende yok” veya “benim sâhip olmam gerekene o sâhip” şeklindeki atakların genel ismi kıskançlık. kıskançlık ıssız adada olmaz. mülk duygusu ve en az iki adet öteki ister.

kıskançlık hep kendi başına kötülük gibi görülür ama oturduğu yerde kıskanması kimseyi kötü kılmaz. kıskançlık tüm kötü eylemlerin tetikleyicisi, iyileri kötü edici, tüm yasaları yok sayıcıdır. kendisi kötü olan değil, kötülüğü yaratıcıdır.

sevdiğin bir beyefendi, hanımefendi, bir eş, bir dost, bir abla olarak belki pek iyi, pek cömert olabilir ama yeterince kıskandığında herkes bir canavara dönüşür. atağa geçmiş kıskanç için her şey mubahtır.

bizler güzel olan şeylerin iyi olduğunu sanarak büyüdük. unutmayın, en zehirli böcekler, en renkli olanlar.

kovboyun tabancası, fırtınanın uğultusu var. pırıl pırıl çehreler ve hoşça esen duru meltemlerden korkun. mâsum yüzler size gülümserken kırbacınızı daha sıkı tutun.

erkek kıskanırken aptallaşır, kadın kıskanırken kurnazlaşır. kıskanç erkek öldürmek ister, kıskanç kadın şâhitleri hayatta bırakır. kıskanç erkek döver, kıskanç kadın linç ettirir.

kötü kadın, sıkı sıkı sarılan pembe teletabi mâsumluğuna teatral yatkınlığa sâhip olduğu için tribünleri arkasına almayı iyi bilir. kötü erkek hem kötüdür hem kötü görünür. kurnaz erkek siyaset ve ticaret bilir; kurnaz kadın sezdirmeden idare etme, yönetme sanatını.

adâletse en sevimli kıskançlık maskesidir. hınç, erdem ile perdelenir.

kıskanç olmayan birisi bin kötülüğe de sâhip olsa yarı yarıya iyidir. kıskancın bin iyiliği onu iyi kılmaya yetmez.

aptal bir kötü pek iğrençtir ama zeki bir kötü tehlikelidir. zeki kötü, aynı zamanda güzelse, dünyaya yaklaşmakta olan bir meteordan ölümcüldür. sıtmalı sivrisinek, seri katil, pandemi ve intihar bombacısından daha tehlikelidir. roma’yı yangınlar değil, mısırlı bir kurnaz güzel batırır.

ahlâk ve adâlet

  • 3 dakikalık bir metin-

“ah yasak meyve! yüzüncü yemin bozuşum ve kendimden nefret edişimsin. yine de yengeç adımlarla süzüldüğüm sensin. ne seninle yaşanabiliyor ne de senden kaçmak mümkün oluyor. ah sevgili meyveciğim, yasak olmasan da sever miydim acaba seni böyle? ya da sevmeyecek olsam yasak olur muydun yine? ağacın gözler önündeyse de köklerin benim içimde. ama murdar demeye de utanıyorum yetişemediğim erdeme. tesellim o ki nefretim pek katmerli, pek şiddetli. mâdem senden kaçamıyorum, bâri nefretimle cezâlandırayım kendimi. silemiyorsam karalamalıyım.”

bunu yazmıştım bir zamanlar, bir kötülüğümden sonra. evet, kötüyüm ben. ya siz?

siz, öz babanızdan sevgi, saygı görmemiş, hatta sâhiplenme bile görmemiş olabilirsiniz ama bazı şanslı kerataların babası aristo’dur. felsefe yapmaktan yorulduğunda yasak bir aşk yaşamış ve bunun tohumu olarak da nur topu gibi bir erkek evlât dünyaya getirmiştir. kimine lakap takılır, kimine kitap yazılır. siz z kuşağının “atacan su” gibi isimlerine laf ediyorsunuz ama aristo, evlâdının adını nikomakhos koymuştur. yâni… yâni anlamı yok işte, nikomakhos.

dünya târihinin sual devrimi ve sofist bozucusu, şehit sokrates’in öz talebesi olan, o büyük platon’un “akıl” diye çağırdığı, kendisinden de sıkı bir filozof olarak yetiştirdiği talebesi olan aristoteles, tüm teolojilerin, felsefelerin, toplumların ve hatta devletlerin hâlâ tartıştığı, dünyanın en çok okunan beş kitabından birini yazmıştır 2370 yıl önce. ahlâk hakkında yazılmış bu kadar derli toplu başka bir kitap da var değildir, olmayacaktır. “ey oğul” formatında çeşitli kitaplar vardır ve ilhamını buradan almıştır. bilge baba, güya oğluna ama aslında insanlığa bir etik vermiştir, nikomakhos’a etik. bediüzzaman’dan ifrat/tefrit okumalarını yaptıysanız kaynağı burasıdır.

gençlik yıllarımda iyi olan şeyleri sonuna kadar yapar, kötü şeylerden sonuna kadar kaçınmak isterdim. ölçülü olmak omurgasızlık, gevşeklik derdim. orta yol denen şey bana mıymıntılık gibi gelirdi ki sert ve radikal ve devrimci olduğum için uçtum, uç olduğum için doğruydum. sonra o antik yunan çığlığını duydum. efenim, der ki kendisi: cesâretin azı korkaklık, çoğu saldırganlık; îtidal ol. budur erdemlisi. der ki yine ne savurgan ol ne cimri; orta yoldur iyisi. ama tam yarısı değil karpuz gibi; en güzel hizâdan, en altın yerden geçir ki bıçağını, adı altın orta olsun. gençken sanırdım ki irâde lâzım sadece erdem için. oysa akıl da lâzımmış. hocam anlatmış. evet, aristo bu altın gibi parıldayan ortayı bulmamız için aklı kullanmamız gerektiğini söyler. iyi de eder. büyük iskender’in hocası olduğu için filminde de bulunur ve anthony hopkins oynar. tek bir insan yazımı kitabı evirip çevirip okumak gerekseydi, bu etik olurdu, nikomakhos’a etik. kitaplar içinde uyu akıl baba. okunuyorsun.

haksızlığa uğramış herkesin ağzından ortak bir mânîfesto püskürür: adâlet! bir çeşit cennetin ümitsiz heyecanı ile yaşar, oy verir, taşınır ve tartışırız. hep onu arar ama nedense pek de bulamayız. nerededir adâlet? ama ismi değil, kendisi. sıkı çalışan bir terâzi ve korkusuz hükümler… toplum sınıfı ne olursa olsun aynı cezâ hükümleri, aynı korkutuculuk ve aynı ıslâh edicilik. bir dük de korkacak adâletten, bir köle de. ve ikisi de güvenecek. demek ki ne menem bir şeyse şu adâlet, ikisinden de güçlü olacak. zâten adâletin güçlü olması ilk kanun değil midir? ve ikinci kanunu eşitlik karşıtı olmasıdır. o garip dil sürçmesini terk edin: eşitliğin olduğu yerde adâlet de olmaz. ve bu adâlet nasıl bir ütopya ise ittifakla hep onu isteriz. iki rakip fırka da “adâlet” diye bağırır. ya da birbirini boğazlayan hayat görüşlerini fişekleyen şey, sahtesi de olsa adâlettir. demek ki mutlak düş. yo, hep değil. haksızlığa uğrayan taraftan duyulur o çığlık, bir de intikamcıdan. yoksa derdi sâhiden de adâlet olan kaç kişi vardır?