hissin şu: doğuştan günahkârsın ve suçlu yaşamaktasın. utandın, utandırıldın da böyle oldun.
sen böyle değildin.
hani bir zaman bilmezken kötüyü ve kötülüğü, sen gül gibi yaşardın kendi mevcutluğunu. hani, bir zaman var olduğun için özür dilemek zorunda olduğunu bilmezdin. sonra seni öğretmenin, annen utandırdı da ortaya bir ebedî kabahatli çıktı. öldü, dağıldı utandıranlar belki, sen yirmi oldun, otuz oldun. acıdın hatta bir ikisine, düşman bile olamadın ama gözünü her yumduğunda, yârin elini tutarken ve yaşarken, bir merhaba bile derken o hayaletler gelip dikildi karşına. onlar utanmadı dikilirken. attığın adım suç, öksürdüğün kabahatken, günahken her yaptığın ve sen maalesef bu musallattan kurtulamazken, yapacağın en kötü şey yeni bir günahkâr yaratmak olur en kendin gibisinden.
fayansları silip duruyor, elini kavlatana kadar yıkıyorsun. merak etme, elindeki mikroplar ölüyor. öldürmen gereken içindekiler.
kendi varlığından utanmaya edep dediler ve kendi varlığından utanmayanlara hınç duydu edepliler.
kendi günahımı anlatayım. bir keresinde, kalbimin siyah kabuğu siyah kanlar pompaladı günahkâr bedenime ve ben günahkâr olsam bile utangaç olmayacaktım. yemin ettim.
tertemizlerin kibirli bakışlarından bıkmadın mı? nurlu parmaklarıyla kirlerini işaret edip orgazm oluyorlar. bak.
kullar senin muâdilin. muâdilin allahlığa soyunmasın. utanmadığına şaşıran bakışlara şaşarak bak sen de. sanıklar hâkim cübbesi mi giyer olmuş?
iki işkenceci var: ümit ve şüphe. iki de günah: utanç ve iyiliğin kibri. ümitsiz bir imanlı ve utanmaz bir günahkâr olduğunda kemâle erersin.
alkış mı bu duyduğun? onurlanma! yuhadan utanmıyorsan alkışla da şişme sakın. bugün seni alkışlayan, yarın tepelemesini de bilir.