“şey” varlık demek, “eşya” varlıklar.
eşyaya bakınca çeşitli şekillerde hareket ettiğini, salındığını, titrediğini, döndüğünü görüyoruz. üç çeşit akış tanımlıyorum:
çürüme’dir ilki ki uzayda uçuşmakta olan bir taşın yapmak istediği şey dağılmak, bozunmak, çözünmek… bıraktığın su buharlaşır. evreni kendi hâline bırakınca olan şeydir eşitlenme ve difüzyon. çürüme, eşyayı homojenleştirmeye çalışır. ufalanır, eşitlenir. yan yana duran iki şey farklı ise çürüme ilkesi onları eşitlemeye çalışır. entropi de diyebiliriz çürüme dediğim şeye. çürüme akışının mutlak gayesi evreni yekpâre bir enerji/madde bulamacına çekip her şeyi ve her yeri eşitlemektir. teklikte, birlikte bir huzur ve sükûn yaratmak işte. yer çekimi, atâlet, merkezkaç gibi bilinen fizik yasalarının hepsi içindedir.
hayatta kalma’dır ikincisi ki bir nevi eksi-çürüme gibi çalışır. bıraktığın taş yere düşer ama karınca ağaca tırmanır. şizofren romanında verdiğim örnek, rüzgârda uçuşan kuru yaprak ile kelebeği kıyaslamaktı. cüsseleri aynıdır ama kelebek direnirken, kendi yoluna gitmeye “hayır” demeye çalışırken yaprak, öylesine uçuşmaktadır. işte kuru yaprağın yaptığı şey çürümektir. yâni hayatta kalan şey, çürümeye, yâni ilk kaideye “hayır” der. canlıların tamamı için aynı şeyi söyleyebiliriz; çürüyen ve hayatta kalan parçaları bir bulamaç hâlinde savaştadır. bu iki akış her canlının vücudunda itişmektedir ve nihâyetinde hep çürüme kazanmaktadır.
yaşama var bir de. yaşama da ikinci ilkeye “hayır” demekle olur. yalnızca bizim için geçerlidir doğada ki hayatta kalmadan yaşamaya geçene, beşerden insana geçti, diyebiliriz. hayatta kalmak nasıl ki çürümeye inat vardır, yaşama da cemiyete “hayır” diyerek kendisini inşa etmeye, yaşamaya başlayan beşerde başlar. libido, yâni anlam verme de demiştik bu enerjiye. anlam verme kabiliyeti, en basit bir kaya parçasında sıfır iken yaşamaya başlamış, beşerden insana geçmeyi başarmışta zirve noktasındadır.
hayatta kalma, çürüme ve yaşama arasında kalmış bir akıştır. ne tam çürüme gibidir ne de yaşama gibi… yaşama’ya daha yakındır diyebilirim. tabiî, canlısına ve hayatta kalışına bağlı. meselâ, virüslere yarı canlı bile denir ki hayatta kalmanın zayıf bir formudur. fakat kuşların, farelerin, köpeklerin neredeyse benlik duygusu vardır. ruh, yâni libido, yâni tekâmül, yâni yaşama eğilimi çok daha yüksektir.
mâcerâmızı baştan anlatalım.
big bang, büyük patlama ama teknik olarak bir patlama değil. var olma anı… zamanın başlangıcı, mekânın, maddenin, enerjinin ve başlangıcın başlangıcı… tam on üç milyar sekiz yüz milyon yıl oldu. patladık. tek noktaydık. oradan geldik. (taşkın tuna okumanızı öneririm.)
madde enerji macunu içine -inancım o ki- ruh (libido) damlatılmıştı. ruh öyle bir şey ki madde/enerji, çürüme dediğim yasalara tabi iken içerisinde bulunan latif varlık, entropiye aykırı bir akış, difüzyona ters bir toplanma arzusu taşıyordu. nihâyet toplanmayı başardığı yer olan mavi noktamızda, sulu gezegenimizde iki buçuk milyar yıl önce ilk tek hücrelileri, maddenin doğal entropik akışına ters bir arzu ile bir araya getiren ve tekâmüle başlatan bu idi.
ruh zayıf da olsa vardı ve zayıf da olsa sezmekteydi ki ben belirli planların, projelerin sezgi âlemi denen yer ile irtibat hâlindeki ruhta bulunduğunu düşünüyorum. tekâmül açlığını da oraya bakarak korudu. libidosunu da…
kanaatiniz nedir?