ruh… var mı sizce? birçok kişi onu dinin içinde bir mefhum sanır da ateistlerin ruha inanmadığını düşünür. hatta necip fazıl bir düşünüre “ruhçu” derken bile övmek için söyler.
ruh, islam’ın öz kaynaklarında birinci elden söylenmiş değildir ama reddedilmiş de değildir. “ruh” kelimesi başka anlamlarda kullanılmıştır. insana bakınca tek parça bir şey görmüştür uzun zaman müslümanlar. kelamcılar antik yunan’da buldukları ruh-beden düalizmini sevmiş ve kullanmaya başlamıştır ve böylece ruh dâhil olmuştur.
sonrasında tasavvuf bunu daha da çok sevmiş ve iyice benimsemiş.
var veya yok olduğunu söylemek çok emince yapılıyor ise çok biliniyor değildir nöronlar ve beyin. ruh, genelde bir çeşit duygu, inanç, varlık, benlik, yaşam, ulvîlik merkezi gibi görülmüş. beyni biraz karıştırsanız ruha inanmayanların ne demek istediğini anlarsınız. nöronları kurcalayarak bir kişi istediğiniz kadar tuhaf bir ruh hâline çekebilirsiniz. mutsuz edersiniz, irâdesiz, küfürbaz, unutkan, öfkeli, mutlu, âşık, ahlâksız… bu garip gelebilir ama hâlâ çözülmeyi bekleyen bir karmaşa olan beyin, sırlarla dolu… çeşitli beyin kazalarında, kişiliği ânî bir şekilde değişen kişiler rapor edilir durur. peki, biz sadece beyin miyiz?
ruh var demek kimseyi dindar yapmadığı gibi yok demek de ateist yapmaz. ruha inanan bir ateist olabilir meselâ. onu bir çeşit enerji gibi görüp yalnızca canlılarda bulunan bir latif madde ve akış sayabilir. ateist ruha değil, tanrı’ya yok diyendir.
teist de ruha değil, tanrı’ya var der. ruh başka…
o yüzden bunun dinî inanç konusundan tamamen bağımsız olduğunu bilin.
benim ruha karşı duruşumun 5 kaynağı var. bildiğimiz fiziğin içindeki 5 boşluk -en başta saydığım- bana çürüyen madde dışında da bir şeylerin olduğuna götürdü. böylece evreni çürüten o difüzyon hâricinde bir de tekâmül ettiren libidonun var olduğuna inandım.
- 1- öncelikle, canlı tanımlanırken, “entropiye karşı duran varlık” diye tuhaf bir tanım yapılır. yâni fiziğin en temel yasasına karşı duran bir şey, nasıl fiziksel olur? bazıları buna evrendeki toplam entropinin hâlâ korunduğu açıklamasını getirerek yan kapıdan sıvışmak istiyorsa da sorun çözülmüş değildir.
- 2- evrendeki her şey dağılıp çözülürken, nasıl olup da ilk canlının en basit, en son ortaya çıkan canlının daha kompleks olduğu bilinmemektedir. eşya, ters evrim yâni dağınıklaşma yönünde olduğu hâlde canlı nasıl oluyor da düz evrim içindedir? üstelik kendi hayatında da öyledir. önce zayıf ve korumasız doğar ama ilerleyen yaşlarında güçlenir ve büyür. bu nasıl olur?
- 3- ben dediğim şey, maddenin karmaşık düğüm oluşları ile oluşmuş olamaz. madde istediği kadar düğüm olsun, kimyasallarla bulamaç olsun benim zekâmı, yeteneklerimi, hafızamı oluşturabilir belki ama “ben” dediğim şey hepsinden öte bir formda, keyfiyette, cinste, nitelikte görünmektedir. bu birçokluk, yâni nicelik, yâni kemiyet gibi görünmemektedir. başka şeydir. ben olmak, bir komplekslik işi değil, ayrı bir tözdür.
- 4- kuantum fiziğinde gözlemciden bahsedilir ve seçim yapan bir bakış izi bırakıcı vardır. o nedir? maddeye tesir edebiliyorsa maddeden başka bir şey midir? bakan şey bakılan şey ile aynı töze mi sâhiptir?
- 5- sezgi âlemi denen yerden bahsetmiştim. imgelerin uçuştuğu, telepatinin mümkün olduğu, ortak rüyâların görüldüğü zamansız ve mekânsız yer ile irtibatın maddesel sağlanması mümkün görünmüyor.
ben bu 5 boşluğu rahatlıkla ruhun varlığı ile doldurabiliyorum. ispat edemem ama iknâ ederim.
mâcerâmızı anlatıyorduk…
virüs gibi, bakteri gibi canlılarda zayıf bir hayatta kalıştan bahsetmiştim. biyolojide çok ciddi bir tartışmadır canlılığın tanımı ve nerede başladığı. meselâ öyle formlar var ki canlı mı değil mi arasında kalınıyor. işte bu ruh denen şeyin latif çokluk miktarı ile belirli bir oranda bulunduğunu düşünüyorum evrendeki her şeyde. böylece tüm fiziksel anomaliler, en önemlisi de indeterminizm açıklanmış oluyor. yâni canı var ve canı hiç yok diye ikiye ayırmak yerine en mütekâmil yaşamak hâlini en üst ruh sayarsak, uzayda savurulan kuru taşa da en azını verirsek, çeşitli oranlarda her şeyde ruhun bulunduğunu düşünüyorum.
peki determinizm nedir?
laplace şunu der; “evrendeki her eşyanın enerjisi, kütlesi, hızı, momentumu, konumunu, bilmem nesini bilen bir cin olsa, geleceği de söyler! yâni hesap eder kurulmuş dişliler gibi olan evrendeki maddeleri ve bir saat sonraki, birkaç yüzyıl sonraki konumlarını da matematik ile çıkartır. bundan insanlar da muaf değildir çünkü insanda da atomlar vardır.”
yâni determinist bir evrende özgür irâde yoktur.
şunu düşünün, özel bir nizamlanışta, îtinâyla sıraya dizilmiş domino taşları ile bir kurgu yapılmış, bir plan var, zincirleme olaylar dizisi düşünülmüş. tek tek koymuşuz ve çalışmayan kurguya bakıyoruz; bu dizilimin dev cüsseli bir üst yapı olduğunu düşünün, milyonlarca domino taşından oluşan bir bünye… sistem hazır ve çalışmamakta olan sistemi yalnızca izliyor, ne olacağını tahayyül ediyoruz; sonra da o meşhur “ilk hareket”i yapıp, zincirin başı olan taşa kibar bir parmak dokunuşu… ve “kaçınılmazlık” başlamıştır; her taş kendisinden bir sonrakini devirir ve devrile devrile sistem ilerler. çalışmakta olan bu zinciri izlediğinizi hayal edin, neye benzetilebilir sizce?
“v for vendetta” filmindeki domino sahnesini hatırlayın…
ilk taşın yıkılışı sizin parmak hareketinizle oluyor, diğer tüm taşlar, kendisinden önce devrilen taş aracılığıyla devriliyor ve kendisinden sonrakine bir devriliş armağan ediyor. ta ki son taşa kadar… sonuncu taş, devriliyor ve kalıyor, sistem ölmüş, sönmüş oluyor.
bunun formülü nedir: sisteme n tane taş varsa, yalnızca 1 adet taş dolaysız bir biçimde sizin aracılığınızla düşüyor, n-1 taş da kendisinden önceki aracılığıyla düşüyor. n-1 taş kendisinden sonrakini deviriyor, toplam n adet devriliş yaşanıyor ve en son toplam n adet taş devrilmiş oluyor.
evrenin kenarında durup, “büyük patlama” teorisini izliyor olsanız bunu düşünürdünüz. “ilk baş” denen kısım sayesinde başlamış bir zincirleme kaçınılmazlık dizisi, tamamen mekanik bir oluşlar manzûmesi ile tıkır tıkır, olacak olan oluyor. ama sistemde bir şey eksik! dominoya geri dönelim…
farklı kollardan, farklı nizamlanışlar hâlinde ilerleyen zincirlerimizin kenarında kıyısında çocuklar tünemiş, kimisi devrik olan taşları geri kaldırıyor, kimisi de ortasından devirmeye başlıyor, sisteme muhâlif, sisteme mürteci, sistemde radikal müdâhaleler çıkarıyor ve sistemimiz, sistemin en ayrılmaz parçası olan “mekanik kaçınılmazlık” ilkesine ters davranıyor! yâni ne oluyor? bir sonraki hamle tahmin edilmez oluyor!
ön görülemezlik nedir? düşündünüz mü?
bu, yalnızca ve yalnızca kurgulu mekanik yasalara göre kaçınılmazı yaşayan ve ilk öncenin de öncesinde depolanmış enerjiyi boşaltmaya, bünyesindeki birikmişliği söndürmeye çalışan sistem fiziksel evrendir ve bu evrende her hamle, bir önceki hamleye bağlıdır! yâni geçmiş bütün hamleleri bilir ve doğru analiz ederseniz, gelecek hamleleri de tahmin edebilir ve hatta bu zincirin ne zaman tamamen sönüme gireceğini de hesaplar, ön görürsünüz.
kurgulu mekaniğe muhâlif çalışan sistem canlılardır, yâni ruhlardır. canlıların bedenleri de dâhil görülebilir her şey bu mekanik kaçınılmazlık ilkesine göre hareket eder ama canlılık buna muhâlif buna zıttır, ön görülebilirlik yasasına terstir. yâni, domino taşlarına bizim istemimiz dışı müdâhalelerde bulunan çocuklar, evrendeki canlıları temsil ediyor. işte bu, ruhun kanıtıdır: her şey, evrende olan her şey fizik yasalarına göre işlese ruha kanıt bulamazdık ama bakınız. yerden bir taş alıyor ve atıyorum; bu olay gerçekleşememeliydi çünkü taş yere gitmeye meyillidir, sonra ufalanmaya, sonra dağılmaya meyillidir; ruhun olmadığı bir evrende taşlar bir araya gelip 33,5 metre açıklık geçilen koskoca ibâdethâneyi, selimiye camii’ni yapamaz, yapmaz! yâni, evren kendi hâlindeyken kaçınılmaz bir düzensizliğe doğru gider, mevcut evren kurallarına bağlı çalışan ruhtan yoksun bir kimyasal karmaşa yığını, olmayan düzeni baştan kuramaz. evrenin tek arzusu sönmek, rahatlamaktır. evren durmak ister, evren ölmek ister. tek işi sönmek olan evren ise yeni enerji birikintileri kesinlikle kuramaz!
işte kuantum ile çıkan gümbürtü buydu! newton’dan beri tıkır tıkır çalışan evren saati kırıldı. artık indeterminizm vardı ve evren bazen kafasına göre davranıyordu. haydi espri yapalım, tanrı zar atıyordu!

“tanrı zar atmaz!”
bu söz einstein’a âit ve o da kuantum’un tuhaf dünyasına ısınamamıştı. onca esnetmesine, onca ıkınmasına, zamanı ve mekânı bükmesine, ışık hızıyla oynamasına, zamanda yolculuk etmesine rağmen, modern fiziğin babası bir deterministti. öldüğü 1955 yılında bile bunları diyerek gitti. bilim ilerlemeye devam etti ve artık kesindi ki evren kurulmuş saat gibi değildi. einstein yanılmıştı.
einstein’ın devrimi de az buz değildir. ışık, der, hızı, evrendeki en hızlı ve ulaşılmaz şey ve ışığa yakın hızda giderseniz kullanıldığınız araç gidiş yönünde kısalır (öyle görünür değil, kısalır) ve aracınızın içine bakan dışarıdaki adam da sizi ağır çekimde görür. siz mi? dışarıyı hızlandırılmış youtube gibi görürsünüz ama kendi zamanınızı normal geçiyor sanırsınız. uzay, der einstein, bükülür! evet, kardeşi olan zamanla birlikte bir eğilme bükülme yaşar tıpkı bir örtü gibi. tam deli fikri!
“ama” der, “indeterminizm saçma!”
beni ruha en çok iten fikir de işte bu, einstein’ın anlayamadığı indeterminizm aslında.
ruhu reddeden olur da eşyayı reddeden olmaz mı? dış dünya diye bir şeyin varlığı da çetin tartışmadır. kelle kutularımızın dışında bir dünya var mıdır, diye çok dövüşür dünya. eşya… o var mıdır?
“ruh ve determinizm” için bir yorum