çift kişilik bir tercihin mecbûrî sonucu olarak buradasın. ‘ben’ diyebilmen için bile on beş yıla ihtiyacın vardı. sen olmayan bir çocuk kucak dolusu travmayı, eski fotoğrafları sana emânet etti, “sen”, dedi. yâni hayatta ilk tercihini sana tutulan bir sigarayı redderek yaptığında bu çöplüğe fırlatılmış olduğunu idrak etmeye başladın.
okul denen köle toplama kamplarında sana gerçek diye öğrettikleri masalları zikrederek yirmi oldun, sonra da unuttun faydasız zikirleri. yine başka bir okulla da evlilik denen uyuşturucuya fırlatıldın ve otuz olduğunda niye otuz olduğunu hiç sormadığın bu hastaneye, bir bebek de sen getirdin hastalansın diye.
sabah saatlerinden gece yarısına kadar sömürüldün banka hesabındaki rakam için tam otuz yıl. tam otuz yıl yatağa kalıp gibi girdin. akşamları bayılarak uyudun, geceleri sıçrayarak uyandın.
beyninin ambalajını açar gibi yaptığında koca hayat bitmiş, bedenin iflas etmiş ve sen hâlâ bu sinekli çöplükteki yerini tam anlamamıştın. en kötüsü aramamıştın bile.
şimdi bir ölüm bekleme kampı olarak kıraathaneye, televizyona, torunlarının derdine, hatalı park etmişlere, belediye seçimlerine kafayı takmazsan beynin düşünmek zorunda, sen çıldırmak zorunda kalırsın. bu yaştan sonra da intihar edecek hâlin yok. o treni bile kaçırdın.
o yüzden ivedilikle beynini uyuşturmalısın.
tabiî, hâlâ kafatasının içinde bir çiğnem et bozulmadan kaldıysa…
(gerçek bir hikâyeden alınmıştır.)
hayatta kalmak
