bilimden terimler al, sofizmden tavırlar… biraz astroloji bil, biraz rüyâ… çok sıkışırsan patlat bir “yalan dünya”. on bin yıllık duânın adı oldu mu sana enerji pompası! pompala enerjiyi, evren yollasın. “şükür et” ama babaannen gibi banal değil, samanyolu galaksisi’ne doğru et şükrünü. evrene işte canım… araya biraz âyet koy, biraz da budizm’e gönderme yap. taoizm de iyi gider. bir iki konfüçyüs patlat. biraz da başarı öyküsü anlat. çok değil ama. “düşmek de iyidir,” filân de.
ha, bu arada… sertifikasız olmaz. psikolojinin tek harfinden anlamaksızın, “beden dili”, “etkili konuşma”, “iknâ sanatı”, “kandırmanın yedi ilkesi” sertifikalarını al. ama bunları belediyenin ücretsiz kurslarından değil, ingilizce isimli olduğu için pahalı olan yerlerden al. sen “energy point…” bilmem ne diye cümleye başladığında biz apışıp kalalım. ve biz fakirler için türkçeye çevir, “enerji noktası uzmanlığı” diye. hem de yedi bin dolar. ağzımız açık kalsın, ağzımıza sinek kaçsın. benim daha kuantumum o dereceye varmamış hocam. dna yarılmasını muhteşem yaşamışsın ve bilinç patlaman da çok fotonik. fakat kimse demesin, “bağlaç olan de’leri ayıramıyorsun,” diye. türkçe sertifikan yok çünkü.
sopa yutmuş gibi duruyor, ne de güzel sırıtıyorsun. tıpkı prozac gibi. ben sende ham bir kibir ve bön bir kafatasından başka bir şey göremiyorum. şu enerji pompasını ters çalıştır da allah sana akıl versin. çünkü gece yastığa başımı koyduğumda varoluş hâlâ yakalıyor beni kıskıvrak. senin akrep’in bilmem kaçıncı evi için yaptığın çakra dokunuşları yaramadı işe. bana mutluluğun resmini yapabilir misin yaşam koçum? işin prozac’ına kaçmadan ama…
şüphesiz pek çok kişisel gerileyiş kitabında, inananların başarılı olduğuna dair masalları okumuşsunuzdur. bununla ilgili beş altı örnek verildiğini ve bu örneklerin de araştırılınca doğru çıktığını görmüşsünüzdür. insan beyninin irrasyonel açıklarından yararlanan bir mantık hatasıyla karşı karşıyayız. gençken bu masalları ben de okur, motive olur ve denerdim. deneyince hayal kırıklığına uğrar ve kitaba tekrar bakardım. orada yazan şu olurdu: “daha çok inan.” formül şuydu: yeterince inanır, evreni de buna iknâ edersen (ki kendisi zor iknâ olur) dilediğin her şey gerçek olur. ya benim evrenim iknâ olmuyor ya da bir şeyleri yanlış yapıyordum. bu mantık hatasının yapısını analiz etmem yirmili yaşlarımın başını buldu. ve bedelini mutsuzluğum ile ödedim. bu “inanın olsun” kitaplarında verilen falanca filânca gibi adamlar yalnızca inanması ve başarması tesâdüf etmiş insanlardır. inandığı hâlde başaramayan bir ordu dolusu insanın ismi târihte yoktur ki hiçbir ansiklopediye de sığmaz zâten. tabiî, bir de kafka gibi inanmadığı halde başaranlar var ki bu da başarı ile inanma arasında hiçbir korelasyon olmadığını gösterir. şu kalabalığa bir bakın! “muzaffer encüment” çok inandı ve sınavı kazanamayıp sonuncu oldu. “ayşe kılgın” çok istedi temiz hayatı ama kocası içmeye devam etti. “esra dertliyıldız” bir şiir kitabı yazdı ama berbattı. üstelik inanıyordu. “cengiz sulukaya” yüzme yarışını kazanacağına kesin inanıyordu ve yemin bile ederdi. o da kalabalık arasından kendisini geçen kişiye bakıyor ki birinci olanın tek özelliği balık gibi yüzmesiydi. inanması filân değil. bu uzun liste buraya sığmaz. biz bence yalnızca, şu inanıp başaranları konuşalım. ne dersiniz?
birilerinin gerçeği birilerinin hayalidir ve istediğinden başka şeyler olur şans eseri ve çalışmalarının bir kısmı “boşa gider” de mümin sekman’ı yanlış mı anladım dersin. doğru anladın. amerikan tipi başarı masalları çökmüştür artık. yetmişlerin “rüyâlar ülkesi” dünyaya “çalışan başarır” masalını satıp zengin oldu, sonra da “inanan başarır” masalına geçti de dine bile dönüştürdü yarı yarıya. yersen… ikisi de başaramaz. bence şu başarı saçmalığından kurtulmak lâzım. benim formülüm daha temiz:
sen kendin ol, sonra olanları sev.