koku, doku, görüntü, ses ve tat ve beş duyuya dahil etmeyi unuttukları yerçekiminin yönü, yani denge… bunları ayrı ayrı veren altı boyutlu sinemalar biraz kandırır gibi, simüle eder gibi olur bir deneyimi ama sanki eksik bir şey de var gibidir.
bazen bazı yerlerde bir hisse gireriz de oranın tadı başka yerde yoktur. orada özel, orada tekil, endemik bir tat, bir hâlet-i rûhiye vardır sanki. orası altı duyunun arka arkaya toplamı değildir.
tecrübe çok öznel ve tariflenemez şey. tecrübî bilgi de bin sayfalı ansiklopediden yoğun ve pratik. bana sabaha kadar baklavayı anlatacağına, bir adet ver de tadayım.
kant’a bakın, tecrübe henüz yoksa teorik zırvayı bilgiden bile saymıyor.
gazzâlî der ki cinsel deneyimi olmayan bir çocuğa bunu nasıl tarif edersiniz? şeker gibi mi dersiniz, bal gibi mi? ne derseniz deyin yanından bile geçemezsiniz. gördünüz mü, dil nasıl da fakir, nasıl da topaldır tecrübe karşısında.
dil felsefesi yazınca anlaşılmadığım söyleniyor. aslında çok basit, sonsuz sayıda tecrübe çeşidi var, üstelik kişiye özel fakat sayılı sayıda kelime var ve maalesef umumî. sonsuzu sonlu ile nasıl tarif edeceksiniz? edebiyatta yapmaya çalıştığımız ve iyi edebiyattan aldığımız zevk odur ki üç beş kelime ile atılan kıvrak taklalar, bir mânâyı tama yakın anlatırlar.
“ne kadınlar sevdim, zaten yoktular.”
işte bu! anlat haydi felsefeyle, bilimle bunu.
yani demem o ki güzel bir şey yaşarım ama onu sana anlatamam, yaşamalısın. yaşasan bile yine tastamam bilemezsin göğsümde kafeslenmiş tecrübeyi ama yaklaşırsın. yaklaşmak da bu sefil dilli dünyada en iyi ve tek şey.
güzel bir şey yaşadım.
kanaatiniz nedir?