eşya ve hâdiseler

  • 3 dakikalık bir metin-

marx’a sorsanız yalnızca eşya var.

matrix’te de eşya dışında her şey gerçek.

berkeley de der ki: “kafanı çevirdiğinde az evvel gördüklerinin var olmaya devam ettiğini nereden biliyorsun? kimsenin görmediği bir ormanda bir ağaç yıkılmışsa ağaç yıkılmış mıdır? evinden çıktın, işe gittin; evin hâlâ yerinde mi peki?”

platon’un idea’sı, kant metafiziği, kuantum gelişmeleri, indeterminizm, secret saçmalığı, ınception filmi ve yıkılan newton evreni üzerinde çok düşündüm. yolunan saçlar ve ısırılan parmaklarla geçen cinnetli yıllardan sonra bir kanaate vardım. bulduklarımı paylaşayım.

biz uzak yıldızları ve atomu incelediğimizi sanırız ama hangi cihazla bakarsak bakalım baktığımız şey insan beynidir ve onun dışındaki evren hakkında kesin olan hiçbir şey bilemeyiz. hepimizin gördüğü kırmızı aynı kırmızı mıdır? en zor sual de biz kafamızı çevirdiğimizde dünya var olmaya devam etmekte midir? kellemizin dışında var olan eşya “numen” yâni bir olasılık dalgası, bulanık ihtimaller yumağıdır. kendi gördüğümüzse “fenomen”.

bu bakış kant’a âit ve biraz revize ederek kullanıyorum ben de. kant der ki: bir evren var, buna her bakan kendi baktığını görür. evrenin, eşyanın aslında nasıl olduğunu bilmez kimse. eşyanın orijinali numen, senin gördüğünse fenomen. ikimizin fenomeni aynı mı? farklı ama benzer çünkü numenden kaynak alıyor. numen? onu zâten gören yok.

var mı îtiraz? tertemiz fikir işte.

benim düzeltmem şu: kuantum ile başlayan bakışın bakılana iz bıraktığı gerçeğinden sonra fenomenlerimizin numenlere bir revizyon baskısı, bakış izi bıraktığını düşünüyorum. evet, bakış lekeler.

mecnun’un kuru leyla’da gördüğü bu yüzden peridir, melektir. manzara kendi özünde ne güzel bir yaşam ışığı ne bir lağım çukurudur; gri, ruhsuz bir anlamsızlıktır. ona cennet ve cehennem diyenler, aynı oksijeni yiyenler. bu yüzden anlamak yok, anlam vermek vardır. aynı elli kiloluk organizmaya, natalie portman’a bakıp dünyanın en güzel oyuncusunu da görürsün, gaz odalık bir yahudiyi de. bir sinek içinse lezzetli bir yemektir o. sarılarak aynı manzarayı izlesek bile ortada iki ayrı manzara vardır. evet, yan yana bile olsak birlikte değiliz çünkü tasarımcısı olduğumuz anlam odalarımızın içinde yaşıyoruz ve bu odalar teker kişilik. objeye bakan süje iki şey yapar: hem kendi verdiği anlamı seyreder hem de baktığı şeye bir bakış izi bırakır. evet, sen bakarken rahat soyunamaz dünya; izlendiğini hisseder. yâni her manzara her bakışa farklı görünür ve her nazar, manzaraya bir iz, bir işaret bırakır. sırtın dönükken, kuru tabiat yasaları… her şeyin muhakkak bozulacağı yasası yâni bozulma, yâni dağılma, yâni çürüme vardır eşyanın en tepesinde.

bir milyon kişi bir manzaraya bakarak güzel olduğunu düşünüyor diyelim. o manzarayı hiç görmemiş bir kişi gelip baksa ne hisseder? işte ben diyorum ki: bir milyon kişinin bıraktığı bakış izi ilgili numene, objeye yapışır ve yeni bakan da eski bakanlara benzer hislere girer. 

nazar filân gibi bir sürü meseleyi de açıklıyor bakış izi ama o toplara girmeyeceğim…

şunu belirteyim, saf materyalizm, yâni bakışın hiç bulaşmadığı cansız ruhsuz madde ile dolu bir evreni tefrit, her şeyin inanç ile yaratıldığı secret (sır) evrenini de ifrat sayarsak; benim duruşum bu ikisi arasındadır. eşya ne bakışımıza kayıtsız ne de bizim tarafımızdan yaratılıyordur. evren, mesajlarımıza itâat edici de değildir, bizi duymayıcı da.

özetle, dünyada insan sayısı kadar dünya var; anlamak yok, anlam vermek var.

anlam verme kabiliyetlerimiz yâni libidolarımız ile savaş hâlindedir çürüme ve difüzyon. bin trilyon yıl sonra evren mutlak bir soğukluk ve karanlığa gömüldüğünde, libido-difüzyon savaşını elbet difüzyon kazanmış olacak ama hâlâ nasıl derler, “ölmedik!”.

“eşya ve hâdiseler” için 2 yorum

  1. Geri bildirim: eşya – emre timur

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: