beşer, insan olma yolunda…
bedensel uzuvları gelişip güçlendikçe, biyokimyasal düzeyde değişimler de geçiriyordu, sosyal değişimler de. asıl değişmesi beklenen şey en son gelişiyordu, yâni insanı insan yapan şey, yâni gelişkin bir ön beyin lobu ve korteksi. ve korteksin yaptığı en kompleks faâliyet olarak felsefe.
insanlığın, tarım devrimi ile ânî bir şekilde zekâ gelişimi yavaşladı buğday yüzünden ama durmadı çünkü artık kültürü vardı. nihâyet antik yunan’da ilk saf akıl ürünleri çıktı. hikmet sevgisi, felsefe…
birbirine yakın dönemlerde hindistan’da buda, çin’de konfüçyüs ve lao tzu, bilgelik öğretilerine başlamıştı ama bunlar tam anlamıyla saf us sayılamazdı.
antik yunan’da (aslında ilki muğla’da) öyle bir akıl fışkırışı başladı ki bunun dünya târihinde adedi üçtür. ânî bir kalabalık üç yüz yıla yayılmış bir hâlde püskürdü o coğrafyadan ve ânîden durdu. thales ile başlayıp aristo ile kemâline eren üç yüz yıllık düşünce mirası ve pırıl pırıl akıllar… sonra ılık karanlık… daha sonra islam aydınlanması ve çeviri faâliyetleri, yâni kindi’den ibn rüşd’e kadarki üç yüz yıllık akıl ve aydınlık çağı… ve karanlık… en nihâyetinde de galileo’dan nietzsche’ye üç yüz yıllık beyin devrimi ve sonra başlayan modern çağ… ama unutulmamalıdır ki bu akıl mirası, kökün babaları olan antik yunan’ın iki devi, platon ve aristo’ya düşülen dipnotların dışına da çok çıkılmış değildir. hemen hemen tüm başlıklar bu iki dev deha tarafından zâten atılmıştır.
ahmet arslan’ın da dediği gibi türkiye’de kimi kazısanız altından bir platon çıkar. şunu da ben diyorum, platon’u da kazısanız parmenides ve pisagor çıkar. bunlar kabaca şunu der:
“boş ver eşyayı tek tek incelemeyi. sen ilkeyi düşün ve tartış. eşya zâten uymak zorunda yasaya, matematiğe, ideaya.”
benim 2017’ye kadar devam ettirdiğim bir “duruş” dolu çağım var; “her şey durur” diyen parmenidesçi ve platoncu… o çağdan vazgeçip heraklitosçu “her şey akar”a geçtiğimden beri her şey akıyor. ya da aristo’nun dediğine uyarak eşyaya bakıyorum. ona bir fikri dayatmıyorum. çünkü biliyorum ki evren güzel olmak zorunda değil. aslında anlaşılır olmak zorunda bile değil.
yâni, mâlum ilme uymaz, ilim mâluma uyar.
biz şunu yapıyoruz, önce bir şeye isim veriyoruz, sonra da o şeyi kendi koyduğumuz ismin içine sokmaya çalışıyoruz. ilişkimize arkadaşlık mı diyelim, sevgililik mi, yoldaşlık mı? ne önemi var ki? koyulmuş ismin içine mi gireceğiz?
sen yaşa; güzeli güzelce sev; ismini koyamayan târih utansın.
kanaatiniz nedir?