hayatımın ana amacını tekrar anladım: ataraksiya!
her duygu mübah. böyle derim yıllardır. yazdım da. fakat bir duygu var ki aşırılık eşiği çok düşük. yani şöyle, diyelim mutluluğun azı kötü, aşırısı da şüphesiz. belki aşırı mutluluk insanda riske girme davranışını tetikliyor ama bu sınır yüksek işte. dur çok mutlu olma, demeyiz yani kolay kolay. başta dediğim her duygunun mübahlığı da şöyle; kin bile, kıskançlık bile, nefret bile (ki ben sevgiden daha çok önemserim) lüzumlu. öfke de muaf değil bu durumdan şüphesiz.
işte öfkenin aşırı azlığı adaletsizliğe karşı suskun kılarken fazlasının zararları saymakla bitmez. öfke geldi mi de gitmez. o an çözülse de uyku hasarı, sağlık hasarı, ömür hasarı devam eder. evet, öfke ömür kısaltır.
aslında özünde öfke bir şeyin olmasını çok istemek, o şeyin olmamasını hiç istememekle ilgili. “apati” denen “fark etmez” kayıtsızlığı öfkenin karşıtı. stoacılar çok önemser bu durumu. aslında pyrrhon’dur kayıtsızlığın fikir babası. yazgı filmimi hatırlayın;
“benimle evlenir misin?”
“fark etmez.”
bu tavır tüm hayata sirayet etsin demiyorum ama herkesin diline pelesenk olmuş huzur, bir nevi sükunet, bir nevi ataraksiya halinin ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Sükuneti tehlikeye atacak her şeyden kaçıştan…
bizim asıl problemimiz o salak azim övücü atasözlerini takip etmek. yok sabırdı, yok azimdi… sükunet diyen yok. zararın neresinden dönsen kardır, var neyse ki. ama sayıları az. çoğu pes etmeme üzerine. ben derim ki pes et, terk et, bırak, vazgeç. en büyük sorunumuz vazgeçememek. bunu ilişki bağlamında söylemiyorum. iş, şehir, hayat, alışkanlık, partner ve geçmiş. bırak gitsin…
“ya benimsin ya toprağın” değil, “toprağın ya da benimsin, fark etmez.”
ben de toprağım çünkü.