anlamak

yazan:

  • 5 dakikalık bir metin-

legoları bilirsiniz. iki parça düşünün ki bitişik, takılı. bu parçaların bir araya geliş biçimi gözünüze tuhaf geliyor. ayırıyorsunuz, bakıyorsunuz, anlamıyorsunuz. tekrar birleştiriyorsunuz, takılıyor yine. sonra yine ayırıyorsunuz. birleşim noktalarındaki çıkıntılar çok uyumsuz görünüyor. gerilmeye başlıyorsunuz. gerginliğiniz arttıkça bir çözüm istiyorsunuz. ya parçalardan birisinizi çöpe atacaksınız ya ikisini. ya bu birleşimin üzerine havlu örteceksiniz ya da gözlerinizin gördüğü ile kurulmuş olan hatırayı deforme edeceksiniz kafanızda. yoksa bununla yaşayamazsınız.

anlamak nedir? tüm hayatım bu suali düşünerek geçti. bir çocuğu duvara işerken görseniz, yapma, dersiniz ama anlarsınız. acıkınca kendi yavrusunu yiyen bir fareyi gördüğünüzde önce anlamazsınız ama tür farkı sizi ikna eder zamanla, anlarsınız. sokaktaki adam sizi kandırınca şaşırmazsınız, anlarsınız bu durumu ama kırk yıllık yoldaşınız sırtınızdan vurdu mu anlamama yaşarsınız. anlamak, etrafında bir tur atmak demek. bir şeyin boşluksuz kalması demek. çocukken anlar mıydınız anne babanızı? muhtemelen bir çok boşluk kalırdı ama anlamaz vaziyette yaşamak çocuk için katlanılır bir şeydi. yetişkinleştikçe anlamaya -ama daha çok anlamadıklarımızı inkâr etmeye- başladık ve boşluk görmek bizi gerer oldu. bu anlıyorluk varsayımının patladığı yaşlar otuzlu yaşlar. hayat sonra tekrar tutarsızlaşmaya başlar.

anlama iddiamızın özgüvenini şuradan görün ki allah için bile -sanki insanmış gibi- eylem/motivasyon raporları yazarız, tanrı’yı divana yatırırız. 

bir sivrisinek düşünün ki einstein’ın kanını emiyor ve duvara geçip bakıyor. adam kağıtların üzerinde bir şeyler yazıp çiziyor. üremiyor, yemiyor, uyumuyor, av kovalamıyor ve avcıdan kaçmıyor. kanının emildiğini bile umursamayarak bir şeylerle uğraşıyor. o sivrisineğin einstein’ı anlamaya çalıştığını hayal edin. onun dünyası için hiç ama hiç karşılığı olmayan bir şey bu.

kişinin olgunlaşması, hayatta anlayamayacağı bir şeylerin var olduğunu kabul etmesi ile olur kanımca. nitekim tuhaf ki cahillik arttıkça anlıyorluk iddiası da artar.

bizim bu konudaki en keskin eminliğimiz insan insana anlayışla ilgili. bu konuda bilhassa ısrarımız var. en başta anlattığımız tutarsızlık karşımıza çıktığında da hazırlop kompartımanlar yardımımıza yetişiyor. herkesi acelece koyuveriyoruz bir çekmeceye, konu kapanıyor.

seri katiller hakkında araştırma yapmanızı öneririm. insan insana anlamak neymiş, bir deneyin hele. genelde cinsel sapkınlıklarla ilgili televizyon haberlerini bile saç yolarak izliyorsunuz ve bir gün içinde unutuyorsunuz. unutmanız gerekiyor çünkü kirlenmekten korktuğunuz için anlamaktan korkuyorsunuz. televizyon haberi dediğiniz şey nedir ki? bin sansürden geçer de düşer önünüze en masumlaştırılmış haliyle. bilhassa ed gain gibi seri katilleri bir okuyun. insan eti yiyerek, ölülerle seks yaparak, kendi vücutlarına iğneler sokarak ve insan derisinden abajurlar tasarlayarak geçen ömürler ne demek… adamın evinden insan meme uçlarından yapılmış bir kemer çıkmıştı. işte anlamak burada çalışmaz oldu. olanlar sahiden olduğuna göre, yani yalan olmadığına göre anlayamaz olan taraf olan siz, bir kapasite sorunu içindesiniz demektir. uç zekaları, uç acılar, uç ahlaksızlıkları, uç yaşamları anlamak konusunda bir yetersizlik bu. yani demek ki esnetilmesi gereken bir muhayyile var.

sivrisinek örneğini tekrar hatırlayın bu seri katil örneğinde.

en başta verdiğim lego örneği insan zihninin beklentisi ile ilgili. tutarlılık bu beklentilerin en başı. küresellik, simetri, estetik de öyle. bir adam düşünün ki yemediği halt kalmamış ve gözlerinizin önünde keyif sürüyor. sen işin rast gitmez diye sağ ayakla çıkıyorsun kapıdan da adam belasız geçen yıllarla gözlerinin önünde ömür tamamlıyor. adalet ha bu yıl gelecek ha gelecek yıl… işte başlardaki ertelenmiş tutarlılık beklentin artık zorlanmaya başlıyor. bu adam ne vakit belasını bulacak? bulmuyor işte. bir bebek düşünün ki deprem göçüğü altında günlerce hayatta kalmış da tam kurtarılacakken ölmüş. ne kadar estetiksiz değil mi? son anda kurtarılsa destan yazılırdı hakkında. aslında insan zihni hayatı görmez, kendi varsayımlarını hayatta hayal eder. bu varsayım-hayat tutarsızlıkları biriktikçe de gerilir durur. esnetilmesi icap eden bir muhayyile ve terk edilmesi gereken bir tutarlılık beklentisi var belki de.

senin canın kocan -ki sana canını vereceğine bahse girersin- bir tacizci çıkıyor. bu dev tutarsızlığı aklın almıyor. anlamamak budur işte. aklın almaması, alamaması. sabah namazlarını hiç kaçırmayan bir fahişe ile tanışmıştım. aslında bu tip durumlar ilkel zihinler için büyük krizler. ilkel zihinler -adı üstünde- ilkel yaşadıkları için dünyaları küçüktür. küçük dünyalarda küçük vakalara şahit olarak yaşarlar ve muhayyile esnetmeye ihtiyaç duymazlar. bu tip şeyleri duyduklarında da hızlı bir tutarlılık yaması yaparlar. ya fahişeliklerini (birinci öncül) ya sabah namazlarını (ikinci öncül) inkâr ederek işin içinden çıkmaya çalışırlar. ilkel zihin kendi kendisini kolay kandırır. o ham beyin bu saçmalığı yiyiverir. 

bu ilkel zihnin bazı tarihi figürleri eleştirirken yanına “zaten yahudiydi”, “annesi de randevu evinde çalışıyormuş”, “sabataist imiş” ve -tabii olmazsa olmaz- “aynı zamanda eşcinselmiş” parantezlerini de muhakkak ekler. gördünüz mü? nasıl da tutarlı kılındı her şey. falancanın devlete “ihaneti” artık daha oturaklı. bu adam dini bütün olsaydı, annesi “namuslu” olsaydı ve maço bir erkek olsaydı o aşağı zihinlerin karikatür dünyası için uyumsuz bir tablo olacaktı.

yani şirinler köyünde şirinler sahiden de şirindir çünkü iyidir. gargamel sahiden çirkindir çünkü kötüdür. 

bir kişinin dünyası ne kadar “tutarlı” ise ki tırnak içinde yazdım, o kişi o kadar ilkeldir. bakın yakın zamanda sezen aksu’nun güya adem ve havva’ya hakaret saçmalığı patladığında ilkel zihin harekete geçip aynı zamanda (amcasının mı ne) feto ilişkisinden bahsetmişti. oradaki basitliği fark ediyor musunuz? güzel olan iyi olmak zorunda ve doğru olmak zorunda, çirkin olan kötü olmak ve yanlış olmak zorunda. tertemiz tutarlılık işte yersen. hatta bu haberin yapıldığı gazetede çirkin bir fotoğrafı vardı serçe’nin. bu böyledir. niçin, güzel bir karesi yok mu yani?

evrenin, tabiatın, dış dünyanın insan beynine tutarlılık sözü yok. bu bizlerin kusurlu beyinlerinin beklentisi. masal şablonları ile yaşıyoruz. bir gün gelecek, hak yerini bulacak; bu bir şablondur. bir gün gelecek, köşeyi döneceğiz; bir şablondur. bir gün gelecek, haklı olduğum ortaya çıkacak; bir şablondur. örnekler çoğaltılır. hiçbirisi olmayabilir. olmazsa ne olacak?

insan kendisinden kurtulup bakamaz hiçbir yere. zindanlar içindeyiz. ali şeriati’nin “insanın dört zindanı” kitabı okuyun. bacon’ın “dört idol”ünü araştırın. kendimizden hepten kurtulmak mümkün değilse de kendimiz denen şeyi genişletmek mümkün. varsayımlarımızı eleştirmek, anlayamıyor olma ihtimalimizin kabulü, tutarsızlığın kabulü ile bunlar mümkün. gözlemlerde kusur yoksa inkâr aceleciliğine sapmazdan önce muhayyilemizi esnetmeyi deneyelim. 

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: