dün bir düşünce yürüyüşü sırasında çok tuhaf bir şeyi fark ettim. bunu fark etmekte ben ve insanlık biraz geç kalmış olabilir.
misalle başlayayım;
komşunu sev! bu buyruğu takip etmek için yan komşunuzu sevmek istiyorsunuz ama herif kokuyor, laf sokuyor ve bakışları rahatsız edici. sen yine de bu buyruğa uymak için veya uymuş görünmek için veya uymuş gibi kendini kandırmak için, seviyor pozu yapabilirsin ama asla gerçekten sevemezsin. yani kalbini -kalp burada bir organı sembolize etmiyor (açıklamak zorunda kaldığım şeye bak)- açıp baksak sevmediğini göreceğiz. veya desek ki sana bir milyon dolar vereceğiz, falancayı çok seviyorsun, artık onu sevme. bu parayı almak için sevmiyor görünebilirsin, kendini ikna etmiş sanabilirsin, öyle de davranabilirsin -telefonlarını açmazsın, yüzüne bakmazsın, selamını almazsın- ama sevmemeyi başaramazsın. yine kalbine bir cihaz bağlasak göreceğiz ki sen aslında seviyorsun o kişiyi ilk günkü gibi.
yani kalp söz dinlemiyor. ikna edilebiliyor mu? belki, çok az iteklenebiliyor o tarafa veya bu tarafa doğru. yani azıcık açık manipülasyona ama asla bir sevgi yaratılamadığı gibi yok da edilemiyor hepten.
ben zamanında bunu aşk için “maruziyet” şeklinde açıklamıştım da sevgiyi ihtiyara, seçime, tercihe bağlamıştım. yanılmışım.
sevgi de maruziyet. birini severiz. niye sevdiğimizi bilmeyiz. sevmek istememişizdir, sevmemek istemediğimiz gibi tıpkı. yani ansızın, durduk yere ve kontrolsüzce sevmeler başlamıştır.
seni seviyorum!
bunu diyoruz ama bunu bir aktif sevici, sevgi eyleyicisi, bir fail gibi söylüyoruz. bunu yavaşça yapmalıyız. önce durmalıyız, kalbimize doğru bakmalıyız, orada sevgi olup olmadığını kontrol etmeliyiz, varsa ve bunu söylemek istiyorsak söylemeliyiz. yani seven ben değilim, kalp.
elimizde olanlar ve olmayanlar diye yarıcı bir ayrım yapıyorum devamlı…
göz rengim, doğduğum yer, babam, annem… gibileri nedir? şans yani tercih dışı, yani seçim dışı, yani ben bunlarda maruz kalanım, yani edilgenim.
yaşadığım şehir, kiminle evleneceğim, yaptığım iş, saçımı ne renge boyayacağım, sakal tarzım… gibileri de malum ki tarafımdan yapılıyordur, ben aksini iddia etsem de etmesem de.
peki… sevgi hangisine benziyor? bu soruyu cevaplayınız?
ve inanç ve aşk ve sempati ve korku ve tapınış ve ürperiş ve ilgi ve merak… bunlar tarafımdan mı yaratılıyor, yoksa edilgen miyim, seyirci mi?
etken ve edilgen fiilleri bilirsiniz. işte, sevilmek deyince edilgen oluyor ama güya sevmek deyince etken. işte ben şunu diyorum, sevmek de edilgendir. öznesi kalp, şahidi ben’dir.
bir kıssa…
iki adam tanrı’nın huzuruna çıkar. birisi inançsız yaşamış diğeri inançlı yaşamıştır. tanrı inançsızın bedenine inançlının kalbini takıp cennete göndereceğini, inançlının bedenine de inançsızın kalbini takıp cehenneme göndereceğini söyler. buna şaşırırlar ve sorarlar. tanrı inançsıza dönüp şöyle der:
“kendini inançsız sandın ve inanmaz gibi davrandın ama kalbin inanıyordu, sen devamlı bunu inkâr ettin. yanındaki de kalbini inanmaya ikna edemedi bir türlü ama öyle davrandı. o yüzden senin kalbin, seninse bedenin cennetliktir.”
kanaatiniz nedir?