edebiyat: yavaş yavaş soyunan kadın

yazan:

  • 3 dakikalık bir metin-

karşınızda bir heykel, bir resim varsa onu pat diye, löp diye tek lokmada görürsünüz. yani fazla fahaştır.

oysa edebiyat, yavaş yavaş soyunan bir kadın gibidir. yaprak yaprak soyunur size. uy, ne de güzeldir…

sanat mı, değil mi diye bir gereksiz tartışma var. bilim olmadığı kesin. tam olarak felsefe de değil ama irtibatlı görünüyor. din zaten değil. şiire “sanat” diyen edebiyatta niçin kararsız kalıyor? bal gibi de sanat işte. edebiyatçı da sanatçı. sanat olmaya sanat ama felsefeye değen kıyıdan bir sanat; aşka, cezbeye değil.

edebiyat bir form, bir öz değil. bu ne demek?

mâlûm, bir şeyin bir özü bir de formu var. bana sevgini bir dansla da anlatabilirsin, resim de yaparsın, bir şiir de yazarsın, beş yüz kelimelik bir deneme de yazarsın sevgin hakkında. yani öz, sevgin ise form, onu sunuş biçimin.

öze ruh dersek, ruhlar aleminde yaşamadığımıza göre, bir ruh bir kalıba girmeden iletişim kuramaz bedenler dünyasında. yani sevgin, sevgin olarak bir işe yaramaz. onu bir kalıba koymalısın. ruh, bir bedene girmeli.

tabii mâlûm, su içine girdiği kabın şeklini alır. tatava burada kopuyor.

efenim, kabuk mühim değilmiş-miş. nah mühim değil kabuk!

kabuk mühim, kabuk çok şey, kabuk bazen de her şey.

özü önemliymiş ya güya, aynı öz bin farklı formda bin farklı kokuda, dokuda, tatta ve tipte. hangisi ile bana sunarsan başka bir şey anlarım, anlamam değişir.

form, özün bedenleşmişidir ama bedenleşirken değişir. birebir olması mümkün değildir. keşke içimdeki özü çıkartıp senin kalbine koysam da sen de yine bana bir öz ile cevap versen… ama öyle olmuyor işte. kelimeye döksem de bir özet, dansa döksem de… resmini yapsam da birebiri değil. yani her anlatma bir yanlış anlatma, her anlama bir yanlış anlama.

sadece yaklaşırız anlamlara; değemeyiz!

hele ki yanlış kullanılan yüz kelime ile gününü geçiriyorsan, sen mümkünse hiç anlatmaya çalışma, sus.

işte şu kabuk denen şeyin çözünürlüğünü arttırarak öze yaklaşabiliriz. ne demek istiyorum?

mânâ’yı tam karşılayan lafız olmaz ama yakınından geçer, îmâ eder, demek ister, kasteder.

kabuğun çözünürlüğünü yeter seviyeye çıkarmak için bir milyon kelime bilmek de yetmez; onları evirip çevirebilmeli, onlarla oynamalı, onları kullanabilmeli. işte edebiyat dediğimiz şey de bu.

ben tasvir ediyorum sevgimi, okuyunca görmüş gibi oluyorsun gözlerinle.

edebiyatın bu mahareti de hakikat kuyruğunda en itidal yerde durmasından geliyor. en öndeki deli ve aşıklar hiç konuşamaz. sanatçıların dili anlaşılmaz. sonra edebiyatçılar gelir. edebiyatçıların arkasındaki filozoflar da pek takır tukur bir dille anlatırlar meramlarını.

kimisi der ki “yazım biçimine dikkat etmek, dışa fazla önem vermek; kötü bir kâğıda özensizce karalanmış bir şey de harika şeyler anlatıyor olabilir.”

form özü bozarak kurar. o öz o paçavra oluşun içinde eriyebilir, erir de. ondan tüten başka şey olur, başka bir duman, başka bir koku. harika bir şey var-mış gibi algılansa da bu artık oradaki öz değil, mürekkep lekesi testine bakıp kendini okuyanın yaptığı misali bir uydurmadır.

bu beden ve kabuk aşağılama da platon’dan miras…

ışıl ışıl bir ambalaj düşünün, parlak jelatin ve pek güzel ve parıltılı… bir açıyoruz ki içi boş. işte edebiyatı felsefe bilmeden yapanın durumu içinden çikolata çıkmayan bir boş paket uzatmak. felsefe gibi özle tıka basa dolmalı dar taytlar, bluzlar. taşmalı adeta felsefe o edebiyat ambalajının içinden.

acemi edebiyatçılar çok korkar taklit edilmekten. edilmezsin, edilemezsin daha doğrusu. niçin? ortaya çıkardığın şey bir öz-form bütünlüğü içinde ise zaten taklidini yapan çuvallar. özü alsa başka formda başka bir şey çıkar. formu alsa içi boş olur, kelime oyunu kalır geriye kupkuru. komple alsa zaten çalmak, birebir kopyalamak olur. yani iyi eserden zaten yürütülemez. eserin kötüyse bırak da biraz yürütsünler, değmez.

ben yazarken kokumu bırakmaya çok ehemmiyet veririm. oradan bir cümle değil bir harf alınsa üzerinde kokum olsun isterim: benim kadınım, benim yavaş soyunanım ve benim yapraklarım…

yani benim edebiyatım.

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: