yalnızlık… terk edilebilir olmayan tek şey… gittiğin yere seninle giden, kovsan da gitmeyen… kalabalığa hasret ve meftun yanlarımıza koşut, tiksinti ve kaçışlar ve yalnız kalışlar… emânet gülüş veya borç selamlar, ikinci el dostluk ve günü geçmiş insanlar… her şey, her şeyin geçmiş son kullanma târihi. çürümüş. vicdanlar gibi cemiyetler de çürümüş ve tabiî, bu ikisi arasının sıkışmışı insanlar da öyle. mide bulandırıcı samimiyet rolleri, rol olarak bile kötü. kendi simülasyonuna benzemeye çalışan, maskesini kendi sanan tek tür… insanlık, ah o insanlık… ölümden önce ve bir anlık…
“ben” derken “sen olmayan” dediğinin farkında, severken buna mecbur olmadığını ve sevilirken alternatifsiz olmadığını anlayan, tepesinden tırnağına irrasyonel seçimler ve kıvranışlarda olduğunu sezerek yaşayan, korku ve şüphe içinde bir zavallı olarak öleceğini bilen, olabilecek miyiz?
tiksinti… beş para etmez bir zavallı ile farkımızın kalmadığını anladığımız inkâr dolu anlar ve tiksinti… hayat boyu küfrettiğimiz ile tek fark aynamızdaki! yaşamak için mi, ölmek için mi sebepler buluruz veya ararız? hangisi lâzım bize?
bana mutluluğun hayatını yaşayabilir misin abidin?
kanaatiniz nedir?