“sen, ben ve silahım olamaz mıyız? üçümüz bir arada yaşayamaz mıyız? seni çok seviyorum çiğdem, silahımı da çok seviyorum. ikinizden birini seçmem için beni mecbur etme.”
bunu diyebilecek kaç kral bu kadar çirkindir veya kaç çirkin bu kadar kraldır ki?
şunu diyebilirim, büyük adamların hayattayken anlaşılma, hele de kabul görme ihtimali pek yoktur. sokrates’i zehirledikten iki bin yıl sonra özür diledi yunanistan. evet, tepedeki irade böyledir… böyleleri sevilir belki, sayılır üç beşçe, o kadar. devlet babanın bu baba’yı sevmesi uzun sürdü. yaşar nuri gibi mide kanserinden, ahmet kaya gibi fransa’da öldü. öldükten dokuz yıl sonra vatandaşlığa ancak alındı. öldü diyorum ama göremedim; doğduğum yıl öleni, pamuk işçisini, simitçiyi, mahpusu, insancılı, devrimciyi, o sinema dehasını anacağım bugün.
kral’ı, çirkin kral’ı…
yaşar kemal’e bir garplı, niçin hep çukurova’yı anlatıyorsun, diye sorduğunda kafka’yı, dostoyevski’yi, hugo’yu örnek vererek, her yazar kendi çukurova’sını anlatır, der. işte öyle… bir adanalı dehâ daha… proleter bir ailenin çocuğu olarak adana’da doğdu. oranın kokusunu da asla unutmadı ve hep anlattı. ileriki yaşlarında kanında kaynayacak olan sınıf ateşinin kıvılcımı da o günlere aitti. sinemacı, yazar, oyuncu… ya da belki aydın, aktivist, sanatçı… bu tip adamlara isim koymak zordur. sol fraksiyon -tıpkı marx gibi- düşünerek değil eyleyerek, yani fiille filozof olur. faildirler. çirkin kral da bir faildi. yaşar kemal anlatıyor:
“o kadar çok çalışıyordum ki, beni görmeye gelenlere yok dedirtiyordum. içeriye yalnızca adanalıları alabilirsiniz, demiştim. esmer, kuru bir çocuk geldi. iktisat fakültesi’nde öğrenciymiş. paraya ihtiyacı varmış ve iş arıyormuş. gazetede iş bulamadım. adana’da ne iş yaptığını sordum. aksaray sineması’ndan, asri sinema’ya, oradan açık hava sinemasına kaset taşırmış.”
tanışmaları bu şekil. sinemaya girişi de… tam olarak o çizgi sayılmasa da bugün törpülenmiş halde benzer duruşlarda, bugün türkiye’nin aykırı sinemasının iki dev adamı zeki demirkubuz ve nuri bilge ceylan’ın küsmeleri bile kral’la ilgili. ee, türkiye iki çirkin’i kaldıramadı. birazdan döneyim bu küslüğe…
nuri bilge ceylan 2008 yılında cannes film festivali’nde “üç maymun” filmiyle “en iyi yönetmen” ödülünü aldı ve alırken de kral’ı kastederek, “yalnız ve güzel ülkem…” dedi.
kral, yıllar önce yol filmi ile cannes’ta altın palmiye alan ilk türk olarak boy gösterirken, eşinin anlattığına göre, ayakkabısı delikti ve yol parası bile yoktu. evet, yol filmi için bize gurur veren adamın yol parası yoktu. ironiye bak…
hayatını açıp okuduğunuzda sayamayacağınız kadar hapishane deneyimi var. o dönemler öyleydi… biz, halk, sınıf bilinci, garipler, ezilenler, lümpen… gibi laflar edince haydi dama… çok yattı ve sürgün edildi kral da. bazı filmleri hapishanelerde yazıldı. adı cinayetlere, ülkeyi kötü göstermeye ve -belki en haklısı- komünist propagandaya karıştı. ülkeyi kötü göstermek… vatandaşlığa alınsın, ülkesine dönebilsin için 13 ülkeden 170 sinemacı ve aydın imza topladı. imza atanlar arasında fransız varoluşçu ve devrimci sartre bile var… ülkeyi kötü gösterene bak…
benim en sevdiğim filmi baba’ya dönersek…
bekir yıldız’ın “sahipsizler” kitabındaki “üç yoldaş” adlı öyküsünden uyarlanan ve kral tarafından yönetilen/oynanan 1971 yapımı baba filmi, çekim şartlarındaki ilkelliğe rağmen çok önemli bir klasiktir. öyle mühimdir ki zeki demirkubuz’un yeniden çekmek istediğini nuri bilge ceylan’a fısıldadığında, usta dayanamamış ve üç maymun’u çekmişti. baba filmindeki özgün yan ise uzun planlar, sessizlik/sükût sahneleri, uzun bakışlar ve daha sonra tatlıses’in taklit ettiği baba oyunculuğu. çirkin kral devamlı bir yere, bir karşıya bakar ve baba filminden sonra bu oyunculuk bir nevî moda olur. uzaklara derin derin bakan ve susan erkekler türer türkiye’de. ayrıca adana altın koza film festivali’nde iki ödül almış ve ödülü kendisinden geri alınmıştır siyasi sebeplerle. verilen ödülü geri almak… ödül cüneyt arkın’a teklif edilmiş, o da gurur yapıp reddetmiştir. iyi de etmiştir. yavuz bingöl’ün ve -vücut filmindeki muhteşem performansına ile hayran kaldığım- hatice aslan’ın başrollerini sırtlandığı üç maymun filmi, 1971 yapımı baba filminin, nuri bilge ceylan tarafından tekrar çevrimi, dedik. gerçekten çok güzel bir tekrar filmidir. bunda üçlü bir ilişkiye odaklanmış yönetmen. herkesin bir nevî mâsum olduğu üç kişi arasındaki aldatma ve yalan… en iyi kurgular kirli hayattaki toplu mâsumiyetlerden çıkıyor kanaatindeyim. ali’nin ayşe’yi çok sevdiği, mutlu ve sonsuz ilişkilerden hayat da olmuyor roman da film de. romanlarımda da çatışma ve çelişkiyi işledim hep bu yüzden. insan gibi ve hayat gibi… siz de bu çelişkiyi izleyin.
aramızdan ayrılıp kral’ın yanına taşınmış olan tuncel kurtiz ve tarık akan ile çektiği sürü filmini de özellikle öneririm. müziklerini zülfü livaneli yapmıştır ki müzikleri yeter. tuncel kurtiz anlatıyor:
“rüyamda gördüm, ölmemişti. öldün, dedim. ölmedim ihtiyar, dedi. belki de ölmemişti.”
toplumcu adamlar yol’u, sürü’yü, baba’yı anlatır. o dönemlerin o saftaki adamları böyle şeyler yaptı, böyle şeyleri anlattı. mavi gözlü dev, nazım hikmet; işi sorulunca, mahkemede “profesyonel devrimciyim” diyen deniz gezmiş ve çirkinlerin en kralı, yılmaz güney. onlar böyle adamlardı.
çıplak kralları giyinik görenlerdir güzel kralları çirkin görenler! bu hep böyle olmuştur. sürü taşlar, tarih özür diler. oysa bir sürgün diyarında, evladını doya doya sevemeden ölmekte olan taşlanmış babaların, belki de yola verecek paraları bile yoktur yolları anlatırken. bu böyledir; sürü taşlar, tarih özür diler.
huzur içinde uyu kralım.