evrim ve din

yazan:

  • 9 dakikalık bir metin-

doğanın her yerinde hiç durmaksızın devam eden değişimi anlamaya çalışmış, eski filozoflar da bir şeyler demişler.

anaksimandros’tan beri denmiş bunlar.

müslüman bilginlerden de basralı el cahiz vardır, ibn miskeveyh veya ibrahim hakkı… yâni hep konuşulmuş. mesele de değişimin mekanizması ve neyin neye nasıl dönüştüğü olmuş.

hatta mevlâna, “…bitki olarak öldüm ve hayvan oldum, hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum…” der.

öncelikle şunu belirtelim ki kırsalda yaşayan, doğayı gören için tüm doğadaki tüm canlıların ve cansızların birbirine benzeyen tarafları ve değişim ve dönüşümleri hiç de sürpriz bir fikir değildir. kırsalı görmüş kişi bunu rahatlıkla görür ve anlar.

problem, hayatı keskin sınırların içinde, yeşil ışıktan sâniyelik hesaplarla geçen, kaldırımı belli, araç yolu belli, hayatı net sınırlara ayrılmış kentli kafadadır. kentli robotun her şeyi keskindir ve birbirine geçme, bulanma, gri bölge yoktur. “mükemmel” kelimesi ile bile hastalıklı bir ilişkisi vardır. kırsalda kusursuzluk ile temas kurulmaz pek. kentte asansör bellidir, merdiven ve pencerenin yeri ve her eylemin icrâ edildiği yerler keskince bellidir. bunların dışına çıkmak da ayıp değil, yasaktır. yâni bordür ile taşıt yolu ve yaya yolu ayrımının farkına varan kentli insan, ara form denen şeyi anlayamaz. kentli griyi bilmez. hem aracın hem yayanın gittiği yolu tahayyül bile edemez. köyde her yol biraz araç yolu, biraz kaldırım, biraz da yeşil alandır. masa hem masa hem de bir nevi sandalyedir. hem üzerinde kedi uyur masanın hem yemek yenir. iş de yapılır bazen. mutfakta da bir yatak vardır, uyunur. mekânlar da net ve soğuk kapılar ile değil, latif ve yumuşak perdeler ile ayrılır. bir mekândan çıkıp ne ara ötekine girdiğini bile anlamazsın çünkü geçer ikisi birbirine halısıyla, kokusuyla, perdesiyle, işleviyle… şehirli adamın hayatında spor ve iş kıyafetleri ayrıdır. köyde hepsi birbirine benzer. iş biraz spor içerir, spor biraz doğa gezisi içerir ve tüm sınırlar hep esnek, hep bulanık, hep geçişkendir. yâni köylü adam çok iyi anlar “ara geçiş formu” denen şeyi çünkü hayatta her şey “ara geçiş formu”dur. kentte de hiç yoktur. olmadığı için de o tam olmayan, yarım olan, mükemmel olmayandır. her şey garanti süresini bekleyen “mükemmel tasarımlar”dır.

haydi espri yapalım, kırsal yaşam barok’tur; kent yaşamı modern.

işbu geçişkenlik ile teması kopmuş kentli insan canlıların da mekanik, keskin, net farklar ile birbirinden ayrıldığını düşünür endüstri devriminden beri ki hayatında da pek canlı görüyor değildir köpeği ve kedisi hariç.

darwin -ki ibn miskeveyh’i bilmiyor da olabilir, bilmiyoruz- bu değişim ile ilgili bir mekanizma ön görmüş ve bunu da çekince ile yirmi yıl bekletip, üzerinde düşünmüştür. söyleyince de “muhammedî” olmakla suçlanmıştır.

ona göre canlılar savaşır av için ve av olmamak için. bu işi en iyi yapan üremeye hak kazanır ve güçlü genlerini gelecek nesillere aktarır. güçlü olmayı beceremeyenler üreyemez çünkü av olmuştur veya ölmüştür. bu kadar basit. bu ufak değişimler de nesilden nesle birikir ve uzun vâdede büyük değişimler yaratır.

var mı şeytanlık?

adam gençken atlamış bir dünya gezisi yapan gemiye de beş yıl boyunca perîşanca gezmiş dünyanın her yerini. her uğradığı yerde sürüngenleri, kuşları filân inceleyerek az evvel beyan ettiğim kanaate varmış.

bir adaya bakmış, kuşların gagası yandaki adada yaşayan kuşların gagasından azıcık farklı. sebebini düşününce kuşların beslendiği canlıların şekillerinde bulmuş cevabı. yâni, işte bunları toplayıp resmetmiş.

var mı şeytanlık?

bitmedi.

iki buçuk milyar yıl önceki canlı formu en ilkel form. daha yakın târihli olanlar daha kompleks. yâni ilk canlılardan en yakın târihli fosillere doğru geldikçe daha gelişkin canlılara rastlıyoruz. bunu insanın kültürel evriminde bile görüyoruz. hatta görmeye de devam ediyoruz. meselâ “virüs evrim geçirdi” gibi cümleler kuruyoruz da îtiraz etmiyoruz.

ya da tarım devriminden sonra buğdaya âdapte olan beş bin yıllık bedenimizden bahsediyoruz. yeni kan gruplarından söz ediyoruz meselâ şu an, çin’de çıkan.

işte darwin, kanaatini ortaya attığında, canlıların bu bâriz bir şekilde gözlemlenen benzerlik ve değişiyor olma durumu için bir îzah getirmeye çalışmış adamdır.

dünyanın en yobaz iki kentlisi bunu anlamadı: abd ve türkiye. (selefiler’i saymıyorum; onlar kimseye selam vermez.)

apaçık bir doğa değişimini açıklamaya çalışan bilim adamları, din aleyhinde bir şey söylemiş muâmelesi gördü. oysa değişimi yaratan yaratıcıyı övmek varken değişimin hiç olmadığı karikatür bir dünyaya sürüklediler.

aristo’nun tanrı’sını hatırlayın: hareket etmeyen hareket ettirici.

buradan anlayın işte, değişmeyen bir tek, o.

abd’de birtakım papazlar kafaları karıştırmakla meşguldü. türkiye’de ise dansçı bir mehdi bu işin misyonerliğine soyunmuştu. ve şunu iddia ediyordu:

“canlılar mükemmeldir.”

bazı cümleler vardır, slogan değeri vardır ama anlamı bir hiçtir. ne demek, mükemmeldir? mükemmel bir insan göster meselâ. şu! o mu, bel fıtığı var. şu, ha, onun da gözleri miyop. öyleyse şu! onun da zekâsı düşük. senin gibi. mükemmel dediğin şey senin kafanda canlanan bir form. doğada mükemmel, doğası gereği bulunmaz. doğada bulunmadığı için doğa çalkalanır, devinir. mükemmel zihinlere hastır.

muhteşemdir, diyebilirsin. o ayrı. ihtişam sâhibi olmak başka şey. kompleks, diyebilirsin. bu da ayrı. canlılar çok kompleks, evet.

tüm mimarlar bilir, mükemmel yapı, diye bir şey uzayda düşünülemez. meselâ harika bir bina tasarımı yapalım, diye otursak ve bir yıl boyunca üzerinde titizlikle çalışsak, ortaya çıkan şeyi götürüp dünyanın her yerine koyabilir misin? veya o tasarım her yerde mükemmel tasarım mıdır? çölde, kutupta, kayalıkta, toprakta… demem o ki bir tasarımı her santimi ile çevresine mükemmel uyum içinde mükemmeldir. penceresi doğru yere bakmalı, doğru yükseklikte olmalı, kapısı doğru yerde olmalı, hâkim rüzgâr yönü dikkate alınmalı, batı güneşi nasıl vuruyor bilinmeli… iyi tasarımcı bunları ve daha çoğunu dikkate alandır. iyi tasarlanmış bir mîmârî için de şunu ölçü kabul edebilirsiniz, bir santimetre bile yan tarafa kaydıramamalıyız. mimar, tasarımını mükemmelleştirdikten sonra, mal sâhibi gelip de “her şey harika olmuş ama bu binayı aynen bir metre sağda inşa edelim lütfen,” derse mimarın vereceği cevap şu olmalı: “bir metre sağ taraf için tekrar bir tasarım yapmalıyım, yeniden çalışmalıyım.”

bunu niçin anlattım? mükemmel canlı, diyor dansçı mehdi, milyon yıldır aynı. birincisi, milyon yıllık bir fosile kabaca dışarıdan bakarak günümüzdeki canlı ile aynı olduğu anlaşılamaz. ikincisi dünyanın koşulları, radyasyonu, sıcaklığı, avcıları-avları, iklimi, kıtaların yeri devamlı değiştiği için canlı yeterince mükemmel ise doğanın değişimine en mükemmel uyumu gösteren olmalıdır. o yüzden değişmeyene mükemmel denmez ki değişmeyen yoktur doğada. çünkü doğa değişmektedir ve değişmeyen hayatta kalamamaktadır, ölmektedir.

dünyanın zihin değişimine âdapte olamayan bağnazlar gibi.

birleşmiş milletler çevre koruma programı’nın yeni araştırmasına göre dünya 8 milyon 700 bin canlı türüne ev sâhipliği yapıyor. sadece böcekler bunun 700 binini oluşturuyor. bunlar farklı türler. ne demek? birbirine çok benzeyen iki böcek türünü ele alın. birisi azıcık açık renkli ve ortalamada %2 daha uzun ve aralarında üremedikleri için farklı böcek türü olarak isimlendiriliyor ama belki aynı cins, şube vs. altında tanımlanıyor. yâni bu hayatta olan kataloglanmış ayrı ayrı 8 milyon 700 bin canlı türüne, soyu tükenenleri de eklediğinizde sayı yüzlerce katına çıkıyor. yâni hayat açısından böyle çeşitli, canlı dolu, yaşam dolu bir gezegende yaşıyoruz. bu kadar ayrı canlı türü nasıl var? bu içinden çıkılmaz çokluğu açıklamanın üç farklı yolu var:

  • 1- doğal koşullara uyum gösterme yetenekleri sayesinde ortamlarına göre âdapte olanlar bu çokluğu oluşturuyor. pek çok sayıda değişim mekanizması fraksiyonu bulunmaktadır. darwin’den sonra yeni yaklaşımlar çıkmıştır. (genetik sürüklenme vs.)
  • 2- türleşme fikrine soğuk yaklaşan ama değişimi de hepten reddedemeyeceklerini bilecek kadar dünyayı ve bilimi tanıyan bazıları da alt değişimleri, cüz’î salınımları kabul ederken, ana formların yoktan var olduğunu söylemektedir. mutasyonun bâriz varlığı ile mücâdele edememektedir. o yüzden “ufak tefek” değişimlerin sadece var olduğunu söylerler.
  • 3- milyarlarca canlı türü, önce en basitleri, sonra daha karmaşıkları, her yirmi otuz yıla yeni bir tür denk gelecek biçimde, diğer tüm canlıların gözleri önünde, tanrısal olarak gökten çiftler hâlinde indirilmiş ve ensest, yâni kardeşler ile çiftleşerek yayılmıştır ve doğaya rağmen hiç değişmemiştir.

üçüncü seçenekteki bâriz saçmalığı görüyorsanız evrimin alternatifine doğru bakıyorsunuz demektir.

evet, her yirmi otuz yıla yeni bir canlı türü tekabül ediyor. 

evet, yaratma denen gökten indirilme hâdisesi, diğer canlıların gözleri önünde olmaktadır. meselâ gümüş sırtlı goriller, gökten karı-koca hâlinde inen, yetişkin bir ceylan çiftine doğru bakmaktadır ve “yine bir çift yaratıldı,” diye düşünmektedir. inecek olan canlı çifti tamamen sürprizdir. bazen eski yılanlara yeni bir güncelleme, bazen böcek, bazen de kuştur ama hep eski örneklerinden daha gelişkindir nedense.

soyun devamı için her yeni çiftin kendi bebekleri ille de dişi ve erkek olmak zorunda, aralarında çiftleşmek, evet, ensest ile üremek zorundadır, insan dâhil.

yukarıda tarif ettiğimiz çok benzer iki tür bile ayrı ayrı gökten inmektedir. yâni rengi azıcık açık ve boyu azıcık uzun olan bir böcek türü, sırf diğeri ile çiftleşmiyor diye müstakil biçimde ayrıca var edilmiştir. 

en tuhafı da ilk yıllar basit formlar inerken, tek hücreliler gibi, ilerleyen yıllarda balıklar, kurbağalar, sürüngenler, kuşlar, memeliler… şeklinde bir gelişmişe doğru indirilmektedir. yâni niçin yoktan var olurken gelişmişler az gelişmişten daha evvel değildir?

bunlara ek olarak, evrende big bang’ten beri bulunan mevcut madde ve enerji korunurken, big bang’in yaratıcısı, canlıların evren oluşumundan on milyar yıl sonra oluşmaya başlayacağını önceden öngörememiş midir de sonradan devamlı ek madde takviyeleri ile eklemeler yapmaktadır?

bunlar fevkalâde nâzik mevzûlar.

bütün bu tiyatroya inanan kentli inançlı, yaratıcıyı ne kadar düşürdüğünü fark etmemekte, o’nu, müdâhaleye gerek olmayan bir evren yaratamayacak seviyeye indirerek, eksik ya da yanlış yaratılmış olan evren için aktif bir düzeltici bir konumuna indirmektedir. yaratıcıyı mükemmel seviyeye çıkartana da “kâfir” gözüyle bakmaktadır. mükemmel ve değişmeyen şey canlılar ve doğa değil, yaratıcı!

mükemmel, yâni kemal, yâni tam olmadığı için, yâni eksik olduğu için devinen şey de doğa. var mı bir şeytanlık?

bu sorular uzar tabiî ama şunu belirtelim ki “gelişmiş” kelimesi kompleks anlamındadır. meselâ güya insan en kompleks canlı ama en basit canlı yâni bir virüs bile insanı dövebilmektedir. yâni demek ki kompleksleşme ve biyokimyasal uzmanlaşma şeklinde iki farklı evrim var ve birisini diğerinden daha iyi kılan bir şey bulunmuyor. yâni karasinek, hayatta kalma konusunda meselâ kendisinden çok daha kompleks bir memeli olan pandalardan daha iyi durumdadır. yâni sinekler evrimini kompleksleşme yönünde değil, biyokimyasal uzmanlaşma yönünde yapmıştır. ve kimse sineğin insandan daha aşağı bir mahlûk olduğunu söyleyemez. soylarını da tüketemez.

dünya târihinin en meşhur false dilemma’sına hoş geldiniz. ya yaratılışmış-mış ya evrimmiş-miş. dört ihtimal var:

  • 1- tanrılı, evrimli evren. (yaratımın var etmeyi, değiştirmeyi, dönüştürmeyi kapsaması.)
  • 2- tanrılı, yoktan oluşçu evren. (târih boyu gökten düşen milyarlarca canlı çifti.)
  • 3- tanrısız, evrimli evren. (natüralist paradigma, entropinin olduğu bir evrende evrimi açıklayamaz.)
  • 4- tanrısız, yoktan oluşçu evren. (atom altı düzeyde veya big bang’te olduğu gibi ânî varoluşlar.)

evrim bahsini daha detaylı okumak için sinan canan, caner taslaman ve enis doko’ya bakılmasını öneririm.

“evrim ve din” için 4 cevap

  1. […] inanılan yaratıcıyı da alçaltıcı bir inançtır devamlı aktif, keyfi müdahalenin devam ettiği evren görüşü. […]

  2. […] “tanrı öldü” der nietzsche; kur’an der: “doğmadı”. hawking de “felsefe öldü”… nietzsche de öldü hawking de öldü; ama ne tanrı doğdu ne felsefe öldü. tanrı meselesini tek başına ele almak hatalıdır çünkü o’na doğru bakmayıcılar için o’nu örtücü bir mekanizmadan da söz edilmesi gerekir: din. dinsiz tanrı görüşü moda olsa da tanrı’nın niçin duyulardan büyük bir titizlikle saklandığını açıklayamamaktadır. kötüler ve iyiler ölüp gitmektedir. yaratıcısız evren inancı (inanç; bknz:1) yani ateizm ise başlangıç, hassas ayarlar, bilinç gibi fenomenlere terstir. teizm evrimli, devrimli, sudûr, yoktan yaratış modellerinin hepsini kapsar. tabii apaçıktır ki salt duyular+zekâ ile tanrı bilinememektedir. bu araçlara sezgi+akıl eklenmeden maymundan fazla farkımız yoktur ki her maymun nihilisttir. duyular+zekâ, sezgi+akıl’a göre objektif olduğu için bunlarla yapılan bilim, dünyanın öteki ucuna da götürülse çalışır fakat tanrı ancak öznelce görülür. görülür ama gösterilemez; “teklif sırrı” denir. ispat, doğası gereği olsa olsa kesine yakın bir şeydir ki descartes 2×2’den bile şüphe etmişti. yaşadığınızı, rüyada olmadığınızı veya dünyanın var olduğunu da ispat edemezsiniz. yani kesinlik epistemik olarak mümkün değildir. o yüzden ispatlardan değil, işaretlerden söz edilebilir. dawkins gibilerinin en çok yanıldığı şey tanrı’yı bilimin konusu sanmalarıdır. bilim iki şeyle ilgilenmez: (paralel evrenler gibi) ölçemediği ve yanlışlayamadığı şeylerle. konular değersiz olduğu için değil, teknikler elverişli olmadığı için ilgilenmez. bu yüzden tanrı, felsefenin konusudur. […]

  3. […] çıkaran insanın da bir evrimi var.bu konuyu yıllardır düşünüyorum ama nasıl anlayacağını bilmediğim linç heveslisi […]

  4. A-normal avatarı
    A-normal

    Bitinimsiz bir devinim..

kanaatiniz nedir?

önceki
sonraki
%d blogcu bunu beğendi: