iki duygu tarafımızdan üretiliyor değildir. o yüzden mâruziyettir.
1-aşk
2-varoluş anksiyetesi
aşkta durduk yere alınan zevk, durduk yere çekilen acıdan çoktur. ikincisinde ise tam tersidir ama her iki mâruziyette de acı ve haz yüksektir. o yüzden cinnete yakındır. cinnet, delirme, cezbe, insanın kaldırabileceği zevkin ve acının üzerine çıkmasıyla olur. borsacıların “işlem hacmi” diye bir tabirleri vardır. gideni de geleni de toplarlar. total bir rakam çıkartılar. işte, acı/haz toplamı arttığında -ki birlikte yükselir aromatize olduğu için- çıldırma eşiğine yaklaşılır ve cinnet korkusu başlar. kafatasının kemiği işte böyle sıkılmaya başlar terli avuçlar ile!
zannediyorum ki aşk yeteneği olanın varoluş anksiyetesi yeteneği de vardır ve birinden kaçarken ötekine tutulur.
durduk yere devam eden korku ve şüphe ve huzursuzluk temelli bir evrensel acı yayını gibi hayatın acılı-tatsız arasında gidip gelmesi ve varlığı ve ölümü devamlı fark ediş!
zeki demirkubuz filmlerinde olan şey budur. sartre’nin bulantı’sında anlattığı da. nuri bilge ceylan izleyin, andrei tarkovsky izleyin, lars von trier izleyin, michael haneke izleyin, yapabilirseniz gaspar noé ve béla tarr izleyin.
bir de şey, benim romanlarıma bakın. çok isterdim türkçede varoluşçu edebiyat olsun, biz de keyifli keyifli okuyalım ama bu çetrefilli dava benim cılız belime kaldı, çıtırdıyor. sorsanız çoğu edebiyatçı tanımını bile yapamaz, misaller verir dünyadan. maalesef durum budur.
bu varlık acısına sâhip olan kişi, bunların üzerine giderse filozof olur, üzerine giderken o kristale tesâdüf ederse âşık. kurtulmak için uyuşturuculara koşarsa da sarhoş.
işte hayat budur! aşk bu, varoluş budur!
aşk ve varoluş anksiyetesi

“aşk ve varoluş anksiyetesi” için bir yorum