altı yarım kapı

yazan:

  • 5 dakikalık bir metin-

biraz iddialı gelecek ama türkiye’de demirkubuz sinemasını en iyi anlayan bence benim. demirkubuz’un kendisini bilmem, sanatından bahsediyorum ve malum, sanatçı kendi sanatını anlamayabilir. bunu dışarıdan bir özne anlar ve anlatır. işte o benim.

bu coğrafyada öyle bir dehanın yetişmesi bence mucize. anlattığı şey tam isabet ve anlayıcısı, o derdin dertlisi de mevcuttur. o yüzden bazen bir bakarsın, bu adam beni anlatıyor, dersin. tuttuğu elinde kalan, anlam krizinden mustarip bu adamın diyeceği çok şey var. şunu da belirtmek gerekir ki nuri bilge ceylan gibi imkanlara sahip olmadı hiç. hep zor şartlar altında üretilen bir sanat var ortada. teknik olarak son derece ilkel, hikayesi son derece ağır bu huzur kaçırıcıları izleyin. bu çağı yakaladınız ve henüz ölmemişseniz, çağdaşınız bu büyük sanatçının sanatına bakın ölmeden evvel.

denebilir ki o çok sevdiği dostoyeviski etkisi hep vardır ve en önemlisi freud’un dediği gibi insanın rasyonel olmadığı üzerine gider. yani insan kendi menfaatlerini doğru hesaplayıp acıdan kaçıp hazza koşan bir canlı değil. irrasyonel yanlarıyla rasyonel bir kurgu arasında kısılıp kalan, devamlı acı çeken, üstelik nesnesiz acılar çeken bir mahluk… ve tabii kapılar… kapanmayan ama tam açık da olmayan kapılar… yani hep eşik, hep eşik… eşikte olma hali…

tüm filmleri belirsizlik, anlamsızlık, korku-şüphe ve sadakatsizlik ögeleriyle bezeli. aslında bence üstadın bir tane hikayesi var. onu anlatıyor hep farklı filmlerle. yani tümel tek. ben özelikle kişisel maceramı ve romanlarımı etkisi altına alan kader filmi hakkında değil, kronolojik bir sırayla tekrar izlemeye başladığım ilk altı filmi hakkında konuşacağım. kader demişken, yavuz turgul’un eşkıya’sı ile birlikte türk sinemasının en önemli iki filmi.

c blok-1994

düzeni oturuk olduğu halde kafası hayatla karışık bir kadının savruk psikolojisi üzerine bir film. teknik olarak son derece ilkel ama henüz tam dikkat çekemese de demirkubuz’un farkını hissettiren bir film. o dönem türk sineması ölüydü. ayrıca o günler henüz ismi duyulmamış selçuk yöntem de başrolde. bence genelde eril analize bile alışık olmayan türk sineması açısından bir kadın karakterin masaya yatırılması bence son derece yenilikçi. bolca “kapı” ve “eşik” kadrajı, kaynaksız acı, müziksiz bekleyişler, sıkılan içler ve televizyon izleyişler… demirkubuz sinemasında televizyon merkezi rolde. aslında imzası desek yeridir. uyuşmuş, hipnoz olmuş bir halde “öylesine” televizyona doğru bakan karakterlerin kısa, geçiştirici konuşmaları inanılmaz gerçekçi. ayrıca o alt kattaki bazen temizlikçi, bazen gündelikçi, bazen kapıcı olan engelli kadın da var. o kadınları incelemeye özellikle takıntılı demirkubuz ki her filminde mutlaka bir “alt sınıf kadın” var.

masumiyet-1997

patlayan film. bir kere, sinema canlanmış, insanlar tekrar “ağır roman” ve “eşkıya” sayesinde yeşilçam’dan kopan yeni bir dili görmüş, filmleri iyi olmasa da sinan çetin ortada sıkça görünmeye, itibar görmeye başlamış… çağ o çağ. masumiyet aslında demirkubuz’un yıllar önce yaşadığı bir olayı hikayeleştirmesi. daha doğrusu haluk bilginer’in attığı uzun tirad varmış yalnızca elinde. o hikâye ne hikayeymiş ki bir “masumiyet” bir “kader” çıkmış içinden. evet, tutkunca bağlısın bir fahişeye, her şeyine tanık oluyorsun ama onu bırakamıyorsun da. yani aslında gönüllü kurban olma hali.  bilmeyenler için söyleyelim bu film, dokuz yıl sonra çekilecek olan kader filminin geleceğini anlatıyor. yani ikisini arka arkaya izlemek lazım aslında.

üçüncü sayfa-1999

meryem ve isa… masumiyet’te yusuf ve yazgı’da musa… peygamber isimlerine karşı bir takıntısı olduğunu anlıyoruz aslında. evet, meryem vardır bu filmde ve isa. meryem karakteri feministleri biraz rahatsız etmişti film çıktığında. Biz aldatan kadına pek alışık değildik sinemada. Hele de altı sınıftan. çünkü burjuva kötü olmalıydı, ahlaksız olmalıydı, iki yüzlü olmalıydı. fakirse gurulu ve namuslu olmalıydı, bunu yıktı demirkubuz. ayrıca bu film pek beğenilmedi. sonra çekilecek olan “yazgı”, “itiraf” ve “bekleme odası” da öyle. şu dendi: adam tek atımlık kurmunmuş. yani “masumiyet” kastedildi. sonra “kader” geldi 2006’da ama ne geldi… “kader” ve sonrası dönemi başka yazıda inceleriz. bu filmde hiçbir filmde görmediğim uzun bir tirad mı desem, özet geçiş mi desem, bir sahne var ve gerçekten teknik olarak çok hoşuma gitti. meryem’in kendi hikayesini bir anlatışı var, demirkubuz bu güzel tekniği hem bulmuş hem de bir kere kullanmış nedense. başka filminde yok. izleyin… yani “üçüncü sayfa” da güzel filmdir ve “masumiyet” gibi bu da yenilmişler hakkındadır. evet, yenenleri anlatmaz usta, yenilenleri anlatır ki film bitiminde bir gönderme de yapıyor. masumiyet’te de öyleydi. samuel backett’ın sözü ile başlıyordu: hep denedin hep yenildin, tekrar dene yine yenil. daha iyi yenil.

yazgı-2001

albert camus’nün “yabancı” eserinden uyarlamadır ama ne uyarlamadır… adalet ve yabancılaşma ve anlamsızlık ve ahlak… kavramlar özellikle ahlak ve toplum üzerinden sorgulanır ve final sahnesinde yargıç ile tartışma sahnesinde iyice serilir, kapanmayan bir kapının ardında. tam kapı kapanır, konu da kapanır. musa… anlam kaybına uğramış değildir, anlamı hiç bulamamış bir adamdır. serdar orçin bu rol için doğmuş bir adam. “ali’nin sekiz günü” filminde de oynar benzer bir karakteri, o film de harikadır. (demirkubuz’un değil o)

itiraf-2001

denebilir ki “c blok” ile birlikte en beğenilmeyen filmdir. ben seçemiyorum şahsen. çok beğenirim hepsini de. bunda “korku ve şüphe” kelimesi geçip duruyor. o çok iyi işlenmiş. özellikle filmin başlarında. film o kadar demirkubuz kokuyor ki anlatamam. herkes korku ve şüphe içinde, aldatmalar, aldatıldığını bile bile kabul etmeler ve babasız bir hamilelik… varoluşçu sinema artık iyice ismi konur oldu bana kalırsa “yazgı” ve “itiraf” ile birlikte ki dikkat ederseniz aynı yıl çekilmiş. yine beğenilmedi, yine eleştirildi, yine görmezden gelindi ve yine anlaşılmadı elbette. sıradan seyirci her demirkubuz filmi bitişinde şunu soruyor: ee?

bekleme odası-2003

film gerçekten bekleyerek geçiyor. bu film 2015’te çekeceği bulantı filmi ile çok benzer bir haldedir ve kendisi oynamakla birlikte resmen kendisini anlatmaktadır. o sıkı dostoyeviski hayranlığına rağmen “suç ve ceza”yı hiç çekememiş, çekmeye cesaret edememiş olan demirkubuz, cesaret edip vazgeçen yönetmenin filmini çekmiş. evet, yönetmen rolünde kendisi var ve niyetlendiği filmi çekemiyor bu yönetmen. sahiden kendisi de “suç ve ceza”yı hep çekmek istemiş ama bir türlü çekememiş. ufuk bayraktar, “kader” filminin aşık bekir’i ilk kez burada. biliyorsunuz o çocuğu zeki demirkubuz keşfetti ve ilk filmi bu. sonrasında nuri bilge ceylan “iklimler” filminde oynattı. aslında aralarında gerginlik henüz başlamamışken de bu iki usta devamlı oyuncu paslaşması yapıyordu. alın karşınıza bakın hep aynı adamları oynatıyor gibidirler…

evet… “bekleme odası”ndan sonra üç yıllık bir çalışma ile yirmi yıllık bir hikaye ile “kader” filmi geldi, resmen bizi perişan etti. bu dönem ve sonrasını da başka yazıda anlatayım. bu kapı aralık kalsın…

“altı yarım kapı” için bir yanıt

  1. […] demirkubuz’un son eseri çok yakında… hasretlik bitiyor…altı yarım kapı […]

kanaatiniz nedir?

emre timur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et