bazen bazı mektupları yazmak çok zordur. son kez konuşulmuştur ama son kez’i son kez yapan onun son olduğunun bilinmesi değil mi? bildik belki ama idrak edemedik derin mavi sular. sondu; değil sandık ya da inkâr ettik, belki düşünmek istemedik, belki dramatize etmek istemedik ama bence üçüncü kişilere şeffaf olmak istemedik. bilmiyorum… bilirsek ağlamak zorunda kalacaktık belki de. her şey çok hızlıydı. hiç de derin hiç de mavi değildi ama belki su gibiydi hızı hasebiyle. bazen bazı ilişkiler anlaşılmaz basitlerce. basitlerce fazla fahaş, fazla yazık, fazla uzak ve fazla uzun ve bir bakıma da basitlerin basit dünyalarına ait bir şey gibi görünür. seninle kibirlenmek çok keyifliydi. bak, sana yemin ediyorum o peruğu taktığın günlerden beri ben bunun böyle olacağını hiç tahmin etmedim. aslında resmen tüm evrimime şahit oldun. kalıntıları gördün, kokladın ve alametleri sezdin onlar bile maziye karışıncaya dek. sen bilmeceyi severdin. ben senin için çözülebilir bir şey miydim? sen benim için çözülebilir olmadın. belki bu yüzen korktum, bilmiyorum. ben çözerim bilirsin, benim işim çözmek… ben anlarım, ben bilirim, ben yaparım ama seni yapamadım. düşünsene, yapamayan kahraman… kimi yanlarınla çocuk ve saf kalışın da pek hoştu. bana utana sıkıla, dudakların kuruya kuruya narsisist olduğumu söyledin. anımsıyorum. o günler vakarlı olma kararını aldığın günler. hinduizm’de gurular vardır, anlamı “vakarlı” demekmiş. sen benim kendimi bir yönünle bulutta hissettirenim, bir yönünle sıradanlaştıranım oldun. dur, itiraz etme. korktun ve ağladın. korkup ağladığın o günden beri her yanlış alkış sesinde irkildin ve benim de irkilmemi istedin. biliyorum… gökte gördün ve gökte olayım istedin. iğrendiğin şeyler vardı. zayıf kalbin hassastı. tahammülsüz kelimesi senin için yaratılmış bir şeydi. biliyorum. derin mavi sular, sen bir şeyi hiç ortalama miktarda sevmedin. aslında benden de birkaç defa nefret etmeyi denedin benim de senden etmek isteyişim gibi. edemedik, edemezdik. imla takıntımı öze dıştan yapıştırılan süs takıntısı sandın da gıcık kaptın benden. saat takıntımı hastalık farz ettin. hastaydım, hastaydık belki de. ne çok gerdim seni değil mi? biliyorum. özlediğini de. özlüyorsun. olmasından korktuğumuz oldu nihayet. beş altı yılda bir yapman gerekeni yaptın da gittin. belki de bu kez ilelebetti. bilmiyorum. bazı korkularımız ortak seninle. sevdiklerimiz de. benzer olduğun, belki bana bu kadar benzer olduğun için korktum senden. zar teorimi çökerten, bazı şeylerin ilki, bazı şeylerin sonu ve bakışlarımın derin mavi suyu gitti artık. o film de tuhaf… bilirsin, “mavi korku” diye çevirmişler köpekbalığı yiyor diye adamları. oysa filmin orijinal ismi “derin mavi sular”. ne çok şey anlatıyor değil mi? o derinlikte boğulmazsan köpekbalıkları yer seni. o da olmazsa -hatta olursa bile- suya karışma hakkın doğuyor. ne hoş bir sesleniş, ne hoş bir seda… düzdün, dümdüz. dıştan dümdüz. sade, duru… bu sadelik arkasındaki şey… bilmiyorum. tuhaf… sinirli arayıcı… sabitlik seni çok özetler bir şey gibiydi ama zamanla sen de benim kadar değilse bile değiştin. hatta bir keresinde bir buçuk katına çıktın da ayakkabım mâni oldu görmeme. hatırla… yaptığın şeyi yaptığı için gurur duyup duymadığını bilmiyorum ama ben bu süratten dolayı kendimi yarım hissediyorum. her şey olup biter de en son anlaşılır ya. öyle oldu biraz. ölümün sende çok mahfuz, çok mahrem bir yerde olduğunu biliyorum ve belki de o yüzden hepten kopmak istemedin hiç benden. her kopuşun ölümü hatırlatan bir yanı vardı. bunlara boş ver… en ilginç tarafı da bizim bu yaşadığımız şeyin beşinci yaşında bile hala mevzu çıkıyordu ve bu beni şaşırtıyordu. şaşırmaktan nefret ettim hep ve sen bu şaşırtıcıları hep sakince söyledin. sanki merhaba der demez ayrıntılı döküm vermek zorunluluğumuz varmış gibi kızdım sana beni beşinci yıl hâlâ şaşırttığın için. aslında yazmak istediğim çok şey vardı. bazen hatırıma geliyorsun, birlikte güldüğümüzü hayal ediyorum. uyuyamadım geçen ki bilirsin çok şeydir bana bu, sana mektup yazarken yakaladım zihnimi. başına geçişim birkaç gün aldı ama bir kısmını kafamdaki sansürcü silivermiş. bazı şeyler özeldir. bitmesi az özel kılmaz onları. ben seni hep inkâr ettim. mesela hayatta kalıyor oluşunu. buda gibi günde bir pirinç tanesi tüketerek ve üç günde yarım saat uyuyarak hayatta kalışını inkâr etmekten başka yolum yoktu. ben ki –o hep övündüğüm- gücümü maddeden alırken sen hayatta kalıyor oluşun bana bir kafa tutuş. aslında sen tanıdığım herkesten daha güçlüsün. seni bu yüzden de inkâr ettim. benim gücümü yavan, acımı ucuz gösterdiği için seninkiler. senin yaşadıklarının yarısı beni yazar kıldı. seninki yaşatmazdı. itiraf ediyorum ki bedeninle beraber ruhun da benimkinden güçlü. ve maalesef daha iyi bilmece çözüyorsun. düşünsene, kulemden aşağı bakınca kelini gördüğüm bir kule var sisli silik bin şehre koşut. evet… ne diyordum? yok dedikçe var kıldım seni. bir şeyi ne kadar çok inkâr edersen o şey o kadar var olur. varlığın şiddetlendi maalesef şimdi. alay edemeyecek miyiz şimdi seninle? bitti mi yani? derin mavi sularda yüzemeyecek miyiz? yazsam bin sayfa yazarım ama anladın sen beni. yazdıklarımı okur halin gibi değil, bakışlarıma bakan halin gibi anladın.

kanaatiniz nedir?