ahmet cevizci’nin dev destanı: felsefe tarihi

yazan:

  • 4 dakikalık bir metin-

neden yaptığımı asla bilmemekle birlikte bu iki baskıyı da okudum: 1344+1214, yani 2558 sayfalık bir destan. aslında okuduğum en kalın kitap olabilir; ibn haldun’un 1212 sayfalık mukaddime’si ve kaknüs yayınları’nın 1196 sayfalık anormal psikoloji’sini de dikkate aldığımda –eğer unuttuğum bir rakipleri yoksa- ahmet cevizci’nin yazmış olduğu felsefe tarihi’nin iki cildi de birer kere rekor kırmış bende.

ahmet cevizci çok değerli bir hocamız. felsefeye çok emek verdi ve bursa/nilüfer’de 2014’te aramızdan ayrıldı. pek çok önemli çalışması var ama bence şah eseri bu kitap: felsefe tarihi.

aralarında birer yılın olduğu bu iki baskı da aynı. küçük imla onarımlarını saymazsak tabii… farkları sayfa sayısı ve puntosu. niçin aynı kitabı –bir kez bile bitirmek zorken- iki kere okudum? bunun birkaç sebebi var…

birincisi hocanın çizdiği haritayı iyice anlamak istedim. şu unutulmamalıdır ki her müfredat ayrı hikâye anlatır. hele de konu bu kadar sağa sola çekiştirmeye müsait bir konu, felsefe tarihiyken. yani hocanın sıralamasını, dışarıda bıraktıklarını, içeri aldıklarını, uzun ve kısa konuştuklarını iyice analiz etmek istedim.

ikincisi kendimi görmek istedim. ilk okuduğumda çizdiğim yerler ikinci okuduğumda çizdiklerimden farklı. aldığım notlar da öyle… biraz kendi tepkilerimi ölçmek istedim.

üçüncüsü de tabii bu güvenilir, değerli kaynaktan felsefe tarihini iyice öğrenmek istedim.

kitap hakkında yorumlarıma geçmeden nasıl ilerlediğimi anlatayım. içerisinde geçen konuların tümüne belirli bir derecede hâkim olduğum halde yavaş ilerledim. yani günde 10-30 sayfa arası ancak okuyabildim ki 2-3 saat kadar sürdü. aslında başta hedefim 40’ar günde bitirmekti ama araya girenlerle filan 60’ar güne sarktı. notlar almak zorundasınız, ek araştırmalar yapmak zorundasınız, videolar izlemek, başka kitaplara gitmek zorundasınız. öyle yalnız bir kitap değil yani felsefe tarihi. masada dururken masa titriyor ve yanına muhakkak arkadaşlar istiyor; sözlük, not kâğıtları, kalemler, internet gibi… 

felsefe tarihi de genel olarak iki tür anlatılır; yunan mucizesi tayfası ve doğu felsefesine göz kırpanlar. hoca ilkine karşı çıkıyor ama ikincisini de gereksiz köpürtmüyor.

yorumum şöyle;

kitabın en güçlü yanı çok temiz bir müfredat ile filozofları gruplamış olması, her filozofa hak ettiği kadar sayfa ayrılmış olması, önemsiz sayılabilecek filozofların bile dâhil edilmesi ve konular ilerledikçe filozoflar arası fikri kıyaslara da yer verilmiş olması. yani bu kitap bittiğinde filozofların savlarını, argümanlarını ve itirazlarını anlamış olacaksınız. aksi de zaten mümkün değil çünkü kitap ilerlemez. yani beş yüzüncü sayfada iki sayfa atlarsanız, kalan beş yüz sayfa size zehir olur çünkü anlaşılmaz.

kitabın en zayıf yanıysa filozofların yaşadığı dönemle olan bağlarını, dönemlerinin siyasi çalkalanışlarını ve önemli olaylarını belirtmiyor olması. yani savaşlar oluyor, devletler çöküyor ve şüphesiz filozoflar bunlardan çok etkileniyor ama kitapta bunlar geçmiyor. filozoflar uzayda, izole edilmiş bir laboratuvarda yalnızca fikirleriyle inceleniyor. bir insan olarak zaaf ve biyografileri hiç yok. en fenası memleketleri yok. yani bir künye bile konamaz mıydı? ölüm tarihleri bazılarında var, bazılarında yok ve yaşadıkları ülke/çağ hemen hemen hiçbirinde yok. diyebilirsiniz ki “kitap zaten hacimli, daha da şişerdi”, bu da bazı tekrarların azaltılmasıyla çözülürdü. tekrara düştüğü çok yer var. diyebilirim ki bu hacmin %30’u atılabilirdi. nitekim atılmışı da var. bu kitabın özet halini de bulabilirsiniz, adı da “felsefenin kısa tarihi”.

bence hocanın en büyük başarısı şu olmuş, çok zor konuları en doğru ve sade cümlelerle önümüze getirmiş. hocanın müthiş bir cümle kurma istidadı var. bir yazar olarak en çok bu kısım dikkatimi çekti. bazen, sırf hocanın kurduğu cümlenin zarafetini işaretlerken buldum kendimi. sözcük dağarcığı ayrıca muhteşemdi. gereksiz türkçe kasıntıları yoktu (“arı usun tenkidi” gibi) ve gereksiz kelam terminolojisi zorlamaları da yoktu. o an o cümleye en uygun sözcük neyse seçilmiş ve titizlikle yerleştirilmiş. kitabın bininci sayfasında bile karşınıza hala yeni sözcükler çıkabiliyor. üstelik terim olmadığı halde. terim bombardımanı bir kitap değil ama olması gereken ölçüde kullanılmış. bence kitap bu işlerin acemisi için uygun sayılmaz. yani biraz kafa yormuş, bir iki kitap okumuş bir felsefe ilgilisi, biraz daha derinleşmek isterse okumalı. ya da kitaplığında bir başvuru kaynağı olarak bulundurmalı. bakın bu da olur… yani bir ansiklopedi sayabilirsiniz.

benim macerama gelirsek, çağ alerjimi yendim. yani 1900 yılından yukarı çıkabiliyor değildim hiç. nietzsche ölüyor, freud “rüyaların yorumu” kitabını çıkarıyor 1900’de, ben hop presokratiklere dönüyorum, yeniden iki bin beş yüz yıl geriye… sanki öcü gibi kaçıyordum yirminci yüzyıldan. husserl’i zaten sevmezdim; heidegger, sartre ve baudrillard’i saymazsak pek bildiğim de söylenemezdi kendi çağımı. bu kitapta biraz da bu konuda zorladım kendimi. sevmeye zorladım ve evet, biraz sevdim. analitik felsefeden iğrenirdim, ön yargımı kırdım. fetöcü değillermiş:)

bazı konular, ilginçtir, jet hızında geçilmiş. örneğin “ockham’ın usturası” bir cümlecikti. oysa en ince felsefe kitabında bile iri bir yer kaplar. 

dediğim gibi, kültür tarihiyle yoğurarak, haritalarla zenginleştirerek ve her filozofun kendi çağındaki ve kendi yaşamındaki kilit olaylara birer paragraf ayırarak yazılsa daha iyi olurmuş. yani iki kere okuduğum kitaptan bende kalanlar bunlar.

kitaplı günler…

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: