ayşe y. y. hanımefendi’den “çürüme” yorumu

  • 13 dakikalık bir metin-

emre timur’dan çürük ağacın kokuşmuş meyvesi “insanı” anlatan kıyıcı kitap “çürüme” üzerine bir analiz

öncelikle belirtmeliyim ki çürüme, emre timur’dan okuduğum üçüncü kitaptır. aynı zamanda bu, yazarın hem son hem de olgunluk dönemi kitabıdır. her kitabında yazarın kurgu dünyasına ve üslubuna daha aşina olmaya başladım.

emre timur toplumsal dengeyi/dengesizliği yine bir denge/dengesizlik kurgusu ile irdelemeyi; insanın fıtratını, yaşama amacını, hayata kattığı ve katamadığı değeri felsefî bir düzlemde anlatır. hilkat içinde insanı kavram ve olgu olarak ayrı bir yere koyar. tabiat ve hayvanattan farklı olarak düşünme kapasitesi olan insandan beklentisi fazladır ama aynı zamanda bu beklentisini karşılamayan insana kırgındır, kızgındır. diğer kitaplarında da bu his kırıklığını okuru acıta acıta anlatan timur’un çürüme kitabı tam olarak bu duygulanımı birkaç adım daha öteye taşımış, birkaç metre daha yukarı çıkarmıştır. şimdi yavaş yavaş nasıl çürüyoruz buna bakalım.

tıpkı şizofren kitabında olduğu gibi çürüme kitabında da yazar “mukaddime” bölümü ile giriş yapıyor. konunun ağırlığı, duygunun vehmi için adeta okuru bir hazırlık aşamasına tabi tutan, okurun beyin kaslarına ısınma yaptıran bu bölümde yazar bir bakıma “az sonra olacaklardan hem ben hem de tüm insanlık sorumludur” demek istiyor. henüz ilk satırlarda elimizdeki metnin derin bir kişilik tahlili, kıyıcı bir sosyolojik çıkarım, acılı bir psikolojiye sahip olduğunu anlıyoruz.

“o yüzden derim ki insanı anlamaktan başka ilim yoktur. uzaktan bakarsın tarih olur, yakından bakarsın psikoloji olur, içinden bakarsın fizik…” (s.5)

genel taslağa yani iskelete baktığımız zaman kitap inkılap yayınevinden çıkmış olup 317 sayfadır ve mukaddime bölümü hariç toplam 29 bölümden oluşmaktadır ve her bölüm başlığı aynıdır: entropi. kelimenin terim anlamına dair meraktan mütevellit yaptığım araştırmalar sonucu bunun varlığa ait bir iç dinamik olduğunu öğrendim. örneğin hastalanmak bir entropi sürecidir ve doktora gidip ilaç almak ise negatif entropi sürecidir. yanlış biçimde bir sistemin “arızalı durum” olarak adlandırılan bir durum işlevidir. toparlayacak olursak ve kitaptaki kullanımına bakarsak entropi tam olarak bir çürümedir. yani bozulma, mental olarak, ruhsal olarak, bedensel olarak olumsuz bir değişimdir. yazar, toplam 29 bölümde entropi başlığı altında toplumun farklı kesimlerindeki farklı hayatlardan bu bozulmaya dair kıyıcı örnekler sunuyor.

hemen ilk bölümden yine fark ediliyor ki diğer timur kitaplarında olduğu gibi ebeveyni tarafından bir terk edilme travması ile dünyaya gözlerini açan bir çocukla tanışıyoruz. aslında yazarın kitapları boyunca bu detaya meyletmesi tesadüfî olmasa gerek. çünkü bir başka yazarın kitabından da okuyup içselleştirdiğim bir cümle var:

“yarasız çocukluk yoktur” (psikolog gökhan çınar)

dolayısıyla timur kitaplarının kaide taşı aslında bireyin çocukluk yıllarıdır. o yıllar üzerine konuşlanan bina ya sağlam olur ya da çürük. kısacası timur’a göre çürüme ana rahmine düşüş ile hatta bedene ruhun üflenmesi ila başlar. çünkü genetik faktörleri de işe dâhil eden psikoloji bireyin ebeveyninden ayrı tutulamayacağını kanıtlamıştır.

daha ilk satırlarda dünyadaki yalnızlığını dile getiren yazarın “hamileyim deyince babam terk etmiş annemi. doğmuş bulundum. (s.11)” ifadesi bile bir çocuğun henüz anne rahmindeyken yaşadığı travmayı kanıtlıyor. ilerleyen bölümlerde geçen “şuralarda buralarda yanlışlıkla büyüdüm. büyümüş bulundum (s.38)” ifadesi de yine bireyin kaderinden azade bir şekilde dahil olduğu toplumsal travmayı kanıtlar niteliktedir.

birinci ve ikinci bölümlerde dikkatimi çeken başka bir husus ise timur’un diğer kitaplarından da aşina olduğum ana karakterin ailesini terk etme girişimidir. varoluşun bir nevi terk etmeyle başladığına inanan yazarın bu meylini felsefe tarihine baktığımız zaman da görebiliriz çünkü tarih boyunca tüm düşünürler maddi âleme dair ne varsa terk ederek bir yolculuğa çıkmaktadır. arayış bir anlamda terk edişle başlamaktadır.

karakter yaratımı:

karakter tercihi timur’da genellikle bezgin, karamsar, psikotik, yaralı, meczup, yalnız, çekingen, ürkek, korkmuş, tecrit edilmiş, özgüvensiz vb. tiplerdir. hayatın kaotik ve yaralayıcı tarafı göz önüne alınırsa bu tercihin ne kadar haklı bir duruş olduğu görülür. kurguya en uygun tiplemeler bunlardır. çürüme kitabında bu kasvetli havayı dağıtıp okura daha ılımlı daha mizahî bir anlatım sunmak adına komik bir karakteri (masum) eklemiş olsa da genel olarak çürüme’nin karakterleri yaralı insanlardır (öncü, kader, amir, masum, çocuklar, eş)

kitaplarında ana karaktere net bir isim vermeyi tercih etmeyen yazarın amacı kemik bir prototip yaratmaktan uzak kalmak istemesidir. çünkü romanları tüm toplumu ilgilendirdiği için yazar benî âdem yani tüm insanlık adına konuşmak ister. bu sebeple çürüme kitabında da ana karakterin ismi yoktur, biz onu örgüt içindeki takma ismi olan öncü ile biliyoruz.

ana karakterin en yakın arkadaşı hatta kendi deyimi ile kan kardeşim dediği kader ise bir transseksüeldir. küçük yaşlarda üvey babası tarafından taciz edildiği ve toplumun da ona başka türlü bir yaşam şansı tanımadığı kader de yine yaralı bir karakterdir.

örgütün başı amir ise her ne kadar toplum yararına illegal işler yapan, tabiri caiz ise modern bir robin hood olsa da içindeki enaniyet oldukça yüksek biridir. çünkü kendisine abi diyerek hitap edildiğinde kızmakta ve “ abi ne lan, amirim diyeceksin” demektedir. burada bile yani toplum yararına kurulmuş bir illegal cemiyette bile aslında yine toplumsal bir hiyerarşi vardır.

kitap almak için erkeklerle birlikte olan fahişe karakteri (daha sonra ismini vasîfe olarak öğreniyoruz) annesi tarafından çok dövülen, babası alkolik bir genç kızdır. o kadar çok korkutulmuştur ki acısını birine anlatmaktan bile imtina etmekte ve tüm derdini tuvalete anlatmaktadır.

öncü’nün arkadaşı ve örgütün diğer üyesi masum karakteri saf, söyleneni anlamayan/ yanlış anlayan (kadim halk edebiyatındaki karagöz ‘e benzettim), cahil, egoları ile hareket eden, komik bir tiplemedir. öncü’nün frenlemeleri ile yol almakta ama yine de yeri geldiğinde bildiğinden şaşmamaktadır. aslında bu minvalde bakınca masum iptidai insanı örneklemektedir. bilgisizliği biraz da saflığından gelmektedir. büyük hayalleri yoktur bu sebeple bir çöp konteynerinde yaşamak ona sarayda yaşamak kadar huzur vermektedir.

karakterlerin eminsizliği için psikoloji ne diyor?

tüm timur kitaplarında olduğu gibi çürüme’de de karakterler düşünceleri ve davranışlarından emin değiller. uzun zaman aralıkları bir yana an içinde bile fikriyatları boyut ve düzlem değiştiriyor. bu kendinden emin olamama durumunu psikoloji yine çocukluk travmalarına bağlar. küçük yaşlarda korkutulmuş, bastırılmış çocuklar yetişkin olduğu zamanlarda bu travmayı kendinden emin olamama, kendini ifade etmede güçlük ve sürekli bir endişe hali ile açıklar. kitapta bunu kanıtlayan yüzlerce ifade vardır:

“gençlik yıllarımızda yapardık böyle şeyler. yo, yapmazdık.” (s.24)

“kararmakta olan veya aydınlanmakta olan bir oda…”(s.25)

“hafiften altımı ıslattım ya da öyle sandım.” (s.45)

kitapta örgüt adına çalışan doktor dahi öncü’ye tedavi uygularken, yaşadığı şeylerin bir halüsinasyon olduğunu, aslında kimseyi öldürmediğini, küçük yaşta annesini ve kardeşine yangına kurban verdiği için ölen herkesten kendisini sorumlu tuttuğunu söylemektedir. bir bakıma kitapta doktor karakteri ile aslında psikoloji bilimi konuşmaktadır. hatta öncü dertlerinden kurtulmak için madde kullanınca yine doktor sert uyarılar yapar ve bu yolla sıkıntılarının üstesinden gelemeyeceğini söylemektedir. peki bu kadar sıkışmış bir birey nasıl feraha çıkacaktır. bir yanda geçmiş yaşantılar, bir yanda toplum içinde kendin gibi olamamak, bir yanda bilimin mantıklı açıklamaları varken birey ışığa nasıl kavuşacaktır? bilmiyoruz, çünkü yazar da zaten bu bilmeyişi yazıyor bir bakıma. yazar da biliyor ki evren kurulalı beri “kötülük” ile mayalanmış insan çamuru topyekûn ıslah edilmediği sürece tek tek insanı tedavi etmek mümkün değildir. zira bu iş bataklığı kurutmak yerine sinek avlamaya benzer. sanırım burada da bilimin yaratılış karşısındaki çaresizliği devreye giriyor.

mekân seçimi ve diğer kitaplarla benzerlikler:

emre timur yarattığı kurguya uygun olarak daima kasvetli, rutubetli, toplumun belli kesiminin (elit tabaka, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek kesim)  uzak durduğu, yıkık dökük, hastalık fışkıran, kokuşmuş, ötelenmiş mekânları tasvir ve tercih eder. hatta tesadüf olduğunu düşündürmeyecek bir şekilde dinlenilen müzik arabesk ve tercih edilen sanatçı da müslüm baba’dır. kurgu ve işleyiş penceresinden bakıldığı zaman birbirine puzzle parçaları gibi uyan bu kurgu-mekân ilişkisi eleştirilemez. buhranlı mıdır, evet. okuru kasvete sürükler mi, evet. ama zaten yazar da kimseye gül bahçesi vadetmiyor aksine “huzurunuzu kaçırmaya geldim” diyor. kaldı ki yazarın misyonu zaten dünyada uykuda olduğunu bilen insanın daha derin bir uykuya yatmış vicdanını çivili bir yatağa mecbur uyandırmaya çalışmak. yazarın tüm metinlerde dil seçiminde bu yüzden “siyah-beyaz, vıcık vıcık, kusmak, intihar, nefret vb.” ifadeler çokça geçer. yazar “duyun artık, görün artık, bir durun artık! bakın böyle hayatlar da var, hani birimiz hepimiz için hepimiz birimiz içindik, hani neredesiniz?” diye bas bas bağırmaktadır. bunu yaparken elbette dâhil olduğu egzistansiyalizm felsefesi gereği bazı derin anlamlı kelimeler hatta farmakolojik ifadeler kullanmıştır. bu yoldan bakılınca vasat okur için ağır, ağdalı bir kitap dili ortaya çıkıyor. kaldı ki yazar yine de bu algıyı kırmak için oldukça samimi davranmış lakin yine de timur kitaplarını okumak ve anlamak için bir kuple de olsa felsefe biliyor olmak lazım. çünkü timur, felsefeden yararlanır evet ama bunu fikir üretmekten ziyade fayda sağlamak için yapar.

yine bu kitap da diğerlerinde olduğu gibi dikkati çeken bir inanç sistemi mevcuttur. karakter intihar edip bu çürümüşlüğe son vermek ister (çünkü çürümeyi ancak ölüm durdurur, çünkü insan yaşadığı sürece çürür ve çürütür) fakat bir yanıyla allah’a çok inanır. cennet cehennem kavramlarına inanır:

“sen beni dinsiz bir adam sandın değil mi? (s.257)” ifadesi de bu inancın kanıtıdır. yeri geldiğinde “hiç âdetim olmadığı halde camiye gittim” şeklinde sert ifadelere rastlasak da bu yöneliş ile aslında toplumun kuru softalarını eleştiemektedir ki bu yönüyle de timur kitaplarında sızıntı halindeki o sosyal ve dinî hicvi çok seviyorum. öyle ya “hani komşumuz açken biz tok yatmayacaktık?”

din konusuyla oldukça sıkı bir gönül bağı olan yazar tüm kitaplarında bunu sezdirir. palyaçonun listesi’nde de ana karakterin yolu bir derviş ile kesişiyordu, çürüme kitabında da öncü’nün yolu bir şeyh ile kesişiyor. şeyhin kendisine söylediği “ölmeden ölemiyorsan, ölünce ölmeyeceklerden ol. (s.152)” ifadesine bakınca yazarın “topluma faydası olan kişi ölse de ölmez” inancı ve islamiyet’teki “amel defteri açık kalan kul” tanımlaması ile ne kadar da benzer ve örtüşük değil mi?

yine her kitabında kur’an’dan sureler ya da sahabe hayatından anekdotlar ile metni zenginleştiren yazar çürüme kitabında da öncü’yü, birinin adı hachiko olan sekiz köpekle arkadaş ettirerek ve ilerleyen bölümlerde bunu ashab-ı kehf’e dayandırarak ne kadar güzel bir telmih sanatı sunuyor okura. hatta bu bölümlerde isminden memnun olmayan hachiko’nun serzenişleri ile yine harika bir mizah yakalıyor. insandaki kibir, hırs, temayül, nefret, tutku vb. duyguların çürümeyi hızlandırdığı ve bunlar hayvanlarda olmadığı için kurulan bu insan-hayvan dostluğunun insana ne kadar iyi geldiğini vurgulayan yazar aynı zamanda kehf mağarasındaki uyuma ve uyanışa da atıfta bulunuyor. tüm bu islamî detaylar metni benim gözümde diri ve sağlam tutuyor.

dil ve üslup tercihi:

kısa cümle kuruluşları ile rahat bir okuma süreci sağlıyor çürüme. konusu ve kurgusu gereği zaten ağır olduğu için sade bir anlatım tercihi çok isabetli olmuş. yer yer birkaç eski türkçe kelime olsa dahi (beni zorlamadı) bunlar manası anlaşılmayacak kelimeler değildi.

yazarın tarzı devrik cümle üzerine kurulu. bu artık onun imzası olmuş. bu sebeple çok fazla devrik cümle kullanımı kişisel bir eleştirim olsa da kitabın bütününe bir zararı olmadığı için genel okur kitlesi tarafından hoş karşılanabilir.

ana karakter de yan karakterler de avam (sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi düşük) tabaka mensup olduğu için kaba bir dille konuşturulmuş. yer yer sokak jargonu yer yer küfür tercih edilmiş. ancak bu ifadeler metnin iskeletine uygunluk açısından bence gereklidir. kaldı ki popüler edebiyatın yoz dilinin yanından timur’un ifadeleri devede kulak gibi kalır ve çok su kaldırır. okuru tiksindirmeyen, oldukça tadında ifadelerdir. hem zaten ana karakter sonradan kitap okumaya başlayınca dili daha olgun bir hal alıyor ve cümleleri daha felsefî bir boyuta taşınıyor. aslında yazar bu geçişle bile “okuyun işte, ancak okuyarak değişir ve gelişiriz” diye subliminal bir mesaj da veriyor.

metaforlar:

sinek:

ana karakter öncü farklı zaman ve mekânlarda sürekli cama çarpıp duran bir sineği gözlemler. sinek canhıraş şekilde cama kafasını vurmaktadır. benzer şekilde öncü de kriz anları gelince kafasını duvara vurmakta ve ancak o şekilde sakinleşmektedir. sinek de defalarca kafasını cama vurduktan sonra açık kalan pencere boşluğunu keşfeder ve özgürlüğe uçar. baktığımız zaman bu metafor ile yani kafa vurmak ifadesi ile aslında yazar “zihnin doğruya ulaşması için biraz zorlanması lazım, açıklığı görmek için zihni çalkalamak lazım, bu da ancak aynı şeyi defalarca deneyerek olur” demek istemiş olabilir.

kitapsever fahişe:

erkeklerle kitap karşılığında birlikte olan fahişe metaforu ise ne yazık ki hem ülke hem de dünya genelinde kadına biçilen değeri sembolize ediyor. ereklerine ulaşmak için, yaşamını idame ettirmek için kadının kendi bedeni ile yaptığı fedakârlık, mücadele ne yazık ki kitapta da en çıplak haliyle anlatılıyor. sevgi dilini bedensel fedakârlıkla öğrenen kadın algısı değişsin diye yazar âdeta bunu fahişelik kavramı ile ilişkilendiriyor.

çürüme:

kitabın tüm yapısına egemen olan ana metafor diyeceğimiz çürüme, yazara göre ruh olarak yaratılmamızla başlıyor aslında. bu nokta da yazarın ilahî kudrete isyan ettiği anlaşılmasın. açacak olursak yazar aslında insanın varlık olarak doğuştan kötü olabileceği bir fıtrata sahip olduğunu ancak doğru yönlendirme, vicdan ve ahlak eğitimi, rol anne-baba olmakla sağaltılabileceğine dikkat çekiyor. hali hazırda dünyanın kendisi de çürüme üzerine kurulu. bu şekilde yani birine temas ederek, bakışarak, konuşarak hatta düşünerek zaten her saniye çürüyoruz; yazar da bunun farkında. amaç ne peki? amaç bu çürümeyi doğru akışa yönlendirme. nasıl ki tarih boyunca çürüyen fikirler, mekânlar, canlılar yeni bir varlığa dönüştüyse en azından biz de çürümemizi yine bir fayda neticesine yönlendirelim demek istiyor. yıkık bir binayı restore etmek gibi düşünebiliriz bunu. ya da fosil olmuş, petrol olmuş canlı bedenleri gibi düşünebiliriz. sevgili timur aslında “madem çürüyoruz akıllıca çürüyelim!” demek istiyor. zira tanrı insanı yaratmak istediği vakit melekler “yeryüzünde bir halife mi yaratacaksın?” deyip endişe etmekte haklılarmış demeyelim. allah’ı kulundan mahcup etmeyelim. timur’a kulak verelim ve onun “hepimiz taşın altına elimizi koyalım” diye sayfalar dolusu sunduğu davete icabet edelim.

dürbün ve ayna:

şizofren kitabında ana karakter sürekli aynalarla konuşurdu, onlardan akıl alırdı. o tahlilimde de bahsetmiştim. ayna tasavvuf inancında da bireyin kendisiyle yüzleşmesini sembolize eder. çürüme kitabında da ayna metaforu var ve bu defa yanına bir de dürbün metaforu eklenmiş. çünkü kitapları boyunca “acaba toplumun ve insanın bu durumunda suçlu ben miyim?” diyerek kendini yiyip bitiren roman karakterleri bu defa gözünü uzaklara dikip “ acaba benden bir tane daha var mı, acaba bu durumda olan kaç kişi var” demeye başlamış. farkındalık ben’den başlayıp diğer insanlara doğru dalga dalga genişlemeye başlamış.

şeyh:

yukarıda da bahsettiğim gibi islamî duyuşa önceki kitaplarında da sık sık yer veren timur, çürüme’de de kahramanın yolunu bir şeyh ile kesiştiriyor. çünkü insan dertlerinen mantığı ve bilim ile çözüm bulamadığı noktada ilahi bir güce sarılır. bilim bile artık inancın gücünü ve frekansını kabul etti. dolayısıyla emre timur her ne kadar kitaplarında felsefe ve bilimden çok yararlansa da yanına hemen dinî ögeleri kondurarak sağlam bir roman iskeleti kuruyor.

konu:

neden en son konuya değindim? kitap analizlerinde önceliğim hep kurgu ve işleyiştir. neticede her yazar bir şekilde anlatacak bir şeyler bulur. benim arayışım nasıl anlattığı yönünde. çürüme’nin konusu yozlaşmış ve gittikçe dibe batan toplumda hırsızı, yolsuzu, katili, ahlaksızı yeterince cezalandırmayan adalet sistemine karşı kurulmuş illegal bir örgütün kendi adalet sistemini oluşturması ve üyeleri vasıtasıyla bunların hak ettiği ölüm cezasını kesmek. öncü de bu örgüte üye olarak önce gözünü kırpmadan ceza kesmeye başlar. ancak sonraları kötülüğün derecesini ve çıkış noktasını hesaba kattıkça öldürme eyleminin gerekliliğini sorgular ve neticede kolaylıkla insan öldüremez. zira öldürebilse zaten kendini öldürecektir. çünkü kendisi de evini çocuklarını terk ederek yeterince kötülük yapmış ve yeterince çürümüştür. sistemin parçası olmamaya gayret ettikçe o çamura bulanmıştır ve en nihayetinde tamamen çürüyerek kan kardeşini, arkadaşını öldürür.

yazar yine de insanlığa bir umut ışığı yakıyor ve aslında niyete bakıldığı zaman kötülüğün tartışılabilirliğine değiniyor. günün sonunda her bireyin de yine kendi hatasından, çürümesinden mesul olduğuna değiniyor. sistemin bir parçası olsak dahi bireysel sorumluluk yadsınamaz diyor. kitabın 29. bölümde son bulması tesadüf olmasa gerek. çünkü 29 asal sayıdır ve kendisinden başkasına bölünmez. tıpkı insanın da bile isteye, kendi iradesi ile yaptığı kötülüğün bedelini kendisinden başkasına yükleyemeyeceği gibi.

ayşe yazıcı yavuz

trabzon, eylül 2023

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: