bulantı, teslim, işgal ve yabancılaşma döngüsü

yazan:

  • 5 dakikalık bir metin-

bulantı, teslim, işgal ve yabancılaşma döngüsü

yanmış ve uyanmışlar hariç bu metin kimseye bir şey anlatmaz ki bu da bu metnin önemli bir kalabalık için tamamen anlamsız olması demek.

yanmış ve uyanmış olmak bir çeşit yazgı. seçmezsin, seni bulur. bulduğunda da “uyanmış” gibi değil, daha ziyade “yanmış” diye tanımlarsın kendini. uyanma eylemi bir aydınlanma çağrıştırdığı için ve her aydınlanma bir hamilelik dönemi varsaydığı için gecikmeli gelir ki ötekileşmenin başlangıcı genelde on yaştır, yirmi yaşında da tamamlanır. bu tabii kadınlar için, erkeğin durumu daha vahim çünkü akıl gelişimi zekâ gelişiminin gerisinden geldiği için şaşkın ördek olma hali otuzu bulabilir.

öteki-sürü kavram çifti ile izah ettim bunu hep, yaklaşık aynı şeyden söz ediyorum.

yanmış/uyanmış -ya da diğer deyişle öteki- tuhaflığı ilk fark ettiğinde normal taklidi yapar ve bu onda yerleşir. taklit olan normallik ile doğal normallik fark edilir. dışarıdan bakınca bir gariplik olduğu bellidir ama bunu en çok öteki’nin kendisi hisseder. bilmediği bir dili konuşuyorlardır, bilmediği duygulardan bahsediyorlardır, aittirler, sahiptirler ve adeta tek parçadırlar ve öteki onları şaşkınca izlemektedir. hiç kimsenin anlamayacağı bir acı duyumsamaya başlar. bu bir bakıma yaklaşan öteki’liğin şiddetiyle beraber ergenlik sorularındandır. anlam sorusu fazla erkene alındığı için ve bu soru her zaman can yaktığı için öteki, ergenlik ilerledikçe ıstırap çekmeye başlar.

aslında bu durum anlam aşırılığı ile anlam hiçliği döngüleri şeklinde olur ki anakronik bir biçimde aynı şeydir. anlam aşırılaştıkça kendisini zehirler (anlam zehirlenmesi) ve içine çöker ki bu da nihilizmdir, yani anlamsızlık. anlamın bu aşırı yer değiştirme hamleleri öteki’yi fena halde yorar. birden tüm gücüyle var olan renk ve fırtına cümbüşü çıkıverir ve birden temeli kayıp yok olmuş bir grileşme ve hissizleşme intihar hissi uyandırır.

öteki için en zor dönem yirmi yaş öncesi dönemdir çünkü problem, karşısında en bariz bir biçimde çıkmıştır artık. en fenası da herhangi bir silahlanma yoktur henüz ortada. bunun en temel sebebi de sağlam bir referans, güçlü bir dayanağın olmamasıdır. bu dönemde güçlü bir fırlatış ile kendisini dinin içine atabilen öteki çıldırmaktan kurtulabilir. din elbette sadece tanrısal değildir; milli duygular, ideolojiler, çeşitli fanatizmler de bir çeşit dindir çünkü anlam illüzyonu yaratır ve yaralıyı yatıştırır.

öteki’nin ötekiliği ailesi, arkadaşları, kendisi ve hatta lalettayin yabancılarca anlaşılmaya başlar. bu da öteki’nin gerginliğini arttırır.

anlam döngülerinden bahsettik, bir döngüsü daha vardır öteki’nin;

yalnızdır, çok yalnızdır. bu bir bulantı hissidir. acı çeker, bir el arar, bir kol arar. önce bulamaz ve bulamadıkça acısı katlanır, yalnızlığı da. sonra birilerine sığınır, teslim olur ve bu sırada normal taklidi şiddetlenmiş, iyice kimlik kaybı yaşamıştır. kendiliği minicikleşir ve şişmanlayan kimliği yüzünden kişiliği ezilir de ezilir. bu teslim oluş, zamanla bir sürü işgaline dönüşür. öteki artık algılanmanın tiksindirici nesneleşmesini, sömürülmeyi, rol yapmayı son raddesine kadar yaşar ve bu da yalnızlık ve bulantı acısının öteki ucundaki acıdır, yani yabancılaşma acısı. artık öteki herkese her şeye yabancı hissetmektedir, en önemlisi kendine. bu sırada kendisini kaybettiği hissine kapılır çünkü bulamaz. neticede bu işgal arttıkça ait ve sahip olmaktan boğulur ve hasret içinde kaldığı yalnızlığına fırlatır kendini. bir süre yalnızlığın -o eşsiz- tadını çıkarır ve döngü başa döner çünkü bulantı hissetmeye yeniden başlar.

bu bulantı-yabancılaşma döngüsünde iki acı ucu odaklanma kaybı, heves kaybı, uyku kaybı, tuvalet kaybı ve neşe kaybıyla sonuçlanır. belirtileri bunlardır. doktora gitse hatta bipolar teşhisi bile alır ama hiçbir doktor maalesef ona “sen bir öteki’sin” demez.

bu nöbetler ve anlam krizlerindeki kişiye gidip efenim spor yap, sağlıklı beslen filan demek komik olsa da maalesef tek seçenek; spor yapacak kadar eylem kabiliyetinde olunsa zaten ortada bir sorun yok demektir. içinde biraz, bidonun dibinde birkaç damlacık hamle yeteneği kalmış olan öteki, kendisini zorla, evet, zorla bir şeylere fırlatması bazen iyidir. hiç değilse nöbet geçene kadar ki döngüleri birkaç ay veya haftaya yayılabilir.

çok fazla düşünmek ve anlam aramak gibi bir problemin insanlık tarihinde hep üç çözümü oldu. birincisi hayattan çıkmak, filmi bitirmek ki bir çözüm değildir elbette. ikincisi uyuşmak, sarhoşluğun çeşitli cinslerine gömülmek ki bu bazen bir alkolik olmak, işkolik olmak, derskolik olmak, aile kurmak, siyasi parti kurmak olabilir; üçüncüsü de sorunun üzerine gidip tüm felsefe kitaplarını yemek ve anlam denen meret ne ise peşine düşmek, ümüğünü sıkmak, onunla dövüşmek, mümkünse yenmek.

yendim; ben üçüncü yolu seçtim.

çıldırtıcı, kanırtıcı, boğucu, nöbetli, tekinsiz, krizli yıllar ve yıllar… birden dolan, birden boşalan anlamlar ve anlamsızlıklar… sanat mı? evet, o iyi ki var. sanat, anlamsızlık krizlerimiz için en güçlü reçete bana göre. tüm anlam boşluklarını sesin, görüntünün, tadın estetiği ile dolduruyor da dolduruyor. yanış, uyanış belasına müptela kişiye teselli olarak zaten yanında muhakkak sanat yeteneği de veriliyor. 

sonra yıllar geçiyor… yol giderek kolaylaşıyor, bu doğru ama bu kolaylaşma göreceli bir kolaylaşma. yani yirmili yaşlar otuza yaklaştıkça sorun yavaş yavaş netleşiyor. kırk geldikçe hafif bir bilgelik ve enerjinin devamlılığı sayesinde en üretken çağ başlamış oluyor. elli ile beraber düşen enerji ve netleşen anlam tablosu artık öteki’nin en iyi zamanları belki de…

ben kendi anlamımı anlatabilirim ama bu benim anlamım olduğundan başkası için anlamsız olabilir; bence tek ödevimiz kendilik. bundan öte ödev bilmiyorum. buna gözümü diktim ve bunun kurduğu anlam alt ödevler yarattı ve beni tatmin etti ki en büyük arayışımız da sanırım bu tatmin duygusu.

yazmak da sağaltıcım oldu. kendi sanatını bul, belki seninki müziktir. felsefe ile yolu ararken sanattan ağrı kesiciler alacağız. öteki’nin yolu bu işte. bir bakıma da kaderi. biz müptelası olduğumuz için bu yolda değiliz, başka türlü çıldıracak gibi oluyoruz.

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: