acıyor, o halde hürüm

yazan:

  • 5 dakikalık bir metin-

acıyor, o halde hürüm

bu seneki en mühim buluşum bu oldu. konuyu nasıl toparlayacağımı bilemiyorum, deneyeceğim.

malumunuz şöyle bir anlatı var; yüzyıllar boyunca bilinçdışı denen şeyden habersizdik bir iki fısıltıyı saymazsak. sonra freud çıktı, bilincin, dedi, altı var, dışı var. şaştık kaldık ve itiraz ettik. sonra alıştık, sonra da vazgeçemez olduk. yani freud bize, bilinçli olduğumuzu sandığımız bize, farkındalığımızın olmadığı bir alanı tarif etti. evet, anlatı bu.

bunu koyun cebinize.

ikincisi… ruh. ruh var da ruh yok da filan bir kavgadır sürüyor. ben, ispat denir mi bilmem de ispat olabilecek bir iki argüman sundum. o yazıya bakabilirsiniz. determinizm üzerinden ruhu ispat ettiğimi düşünüyorum. ayrıca son yıllarda yapay zeka tartışmaları sürerken biliyoruz ki yapay olan bir zekada ruh yoktur, ruh olmadığı için de kendisi algoritmadan ibarettir. yani deterministtir, yani neden sonuç zinciri ile çalışır random fonksiyonu bile. yani gerçek bir rastgelelik asla kodlanamaz. doğadaki doğal gelişigüzellere başvurulur, asal sayılar gibi. o halde ruh ne? nedensiz eylem, sebepsiz eyleyiş ve eşyada olmayan bir özellik olan gayesellik yeteneği.

yani ruh var, bu da cepte.

doğada bildiğimiz kadarıyla bilinç yok. hiç değilse insandaki kadar yok. ağaçta bilinçdışı denen şeyden bile söz edilebilir miyiz, bilmiyoruz. tamam, örnek sert oldu. kedi mesela? bakınca bizdekine benzer bir tözün, benzer bir şeylerin, ortak bir ben hissinin olduğunu anlıyoruz (kedi besleyenler bilir bunu) ama bilinçlilik hali yok gibi sanki. varsa da zayıf var. yani bilinçdışı diye bir şeyi var. çoğu otorite kabul eder ki hayvanlar reflekslerle yaşar. ayrıca beyin incelemeleri de gösteriyor ki beynin sürüngen beyni, memeli beyni denen iç kısımlarının hayati tarafları var fakat beyin kabuğu, yani korteks entelektüel faaliyetler için. bizdeyse en gelişmiş haliyle görüyoruz kabuğu.

ayrıca insanlarda da çoğu kişi daha refleks ağırlıklı, sürü psikolojisi ile, hissel, sezgisel bir yaşantı sürer. yani bilinçli yaşam, çok azımızda var gibi görünüyor.

evrimsel olarak da bilinç en geç ortaya çıkan şey. insanda bile felsefe çok yeni bir etkinlik göreceli olarak. yani kişinin kendisine bakabilme, soru sorabilme ve cevap arayabilme yetisi yatak yorgan iki bin beş yüz yılı geçmez.

kişinin kendi hayatında da bilinç en geç ortaya çıkan yeti. çocukluk daha spontan geçer, bilinçdışı ile yönetilir, zamanla kendini eğiten ve gelişen ve bilgeleşen fert bilinç geliştirir. o bilinçle kendisine bakabilmeyi bile başarır.

cebimizde iki şey var, üçüncüsünü koyacağım.

jung’un ortak bilinçdışı havuzu dediği bir şey var, malumunuz. yani hepimizde ortak bir bellek, bir duygu, bir masal havuzundan simgeler, imgeler kullanıyoruz. rüyalarımız benziyor, bazı benzer anlatılar, ikonlar farklı kültürlerde farklı dönemlerde tekrar tekrar ortaya çıkıyor. jung bunlara arketip diyor.

üç etti…

şimdi bir soru soracağım, fakat iyi düşünmenizi rica edeceğim;

ben aslında ne? ben dediğiniz şey, asıl ben, yani ruh –şayet varsa- nemenem bir şey o?

siz cevap vermeden ruhun alanını daraltayım. beyne verdiğiniz zarar kişinin kişiliğini değiştirir. bazı beyin bölgelerinin kesilmesi veya alınması kişiyi aptallaştırabilir, moronlaştırabilir, saksı bitkisine çevirebilir, küfürbaz yapabilir, dil yeteneği uçabilir, hafızası gidebilir, yüzleri tanıyamaz olabilir vs. yani demek ki beyin denen şey öyle az buz bir şey değilmiş. hatırlatırım, beyin bedende. yani beyinin ruhla bir ilgisi yok.

e ama insanı büsbütün bir makine olarak da tanımlayamıyorduk, o ruh nasıl bir şey olmalı ki içinde kişilik, zeka, bellek gibi şeyler olmasın ama canlı kılma, seçim yapma, “ben” hissettirme yeteneği olsun. ben derim ki;

ben rüyamım. rüyalardaki ben asıl benim. rüya gören ben, beyin ile irtibatı en aza inmiş, dış dünya ile duyu teması kesilmiş olan ben, ortak bir bilinçdışı havuzunda yüzen ben, asıl ben.

zaten bilincimin bilinçdışıma doğru bakışı da bu ikilik sayesinde mümkün. salt bilinçsiz bir töz olan ruhumun bir bilinç üretme makinesi olan beynin içine girmesiyle iki ayrı bilinç meydana gelir uyanıkken; ruh bilinci, beyin bilinci. işte beyin bilincinden ruh bilincine doğru bakıp araştırma yapıyoruz psikanalizde.

özgürlüğüm mümkün olmadığı, kozalite ile çalışan, nedensel dünyaya mahkum bir makine olan bedene koşut ruh hür. bunun ispatı seçim hürriyeti. yani bedenen, koşullardan, çevreden, içsel, dışsal bin ısrar da geliyor olsa seçim ruha ait günün sonunda. yani biz mecburen özgür yaratıklarız. özgürleşmek denen şey bir palavradır. kişi özgürleşmez, özgürlüğünün farkına varır.

boynumda zincir varsa köle değilim, imkanlarım kısıtlı. fakat kendimi bilmem ne yapmak zorunda hissediyorsam, şunu şunu yapamaz, yeltenemez görüyorsam özgürlüğümün farkında değilim ve sartre’ın “kötü niyet” dediği şeyin içindeyim.

işte alında bence sarih ama birçoklarının itiraz edeceği bir kanıt buldum; acıyor o halde hürüm.

derim ki acılar hürriyetin alameti. seçim yapabilen canlılara doğanın bahşettiği bir bilgi türü acı. bilgi… evet, acı bir bilgi. o bilgi niçin ve kime veriliyor? seçim yapan düzgün seçsin diye veriliyor. acıyorsa seçim yapmaya zorlanırım. kaçmalı ya da savaşmalıyım sözgelimi. yani acı çeken her mahluk hürdür. birçok yanı otomatik reflekslere teslim de edilse, gölge kabilinden, sessiz, soluk bir hürriyeti muhakkak var çünkü ruhu var.

başta ferud’tan bahsetmiştik. şimdi daha kolay anlatabilirim sanıyorum;

freud bilinçdışını filan bulmadı. freud bilinci buldu. o bilinç ile bilinçdışına baktı, gördü. biz salt bilinçdışı idik zaten son çağa kadar. bilinci inşa ettikçe bilinçdışını anlar olduk, yani kendimize baktık. işte freud’un keşfi buydu. freud bilinçdışını değil, bilinci buldu.

kişi kendi içinde kavgalı parçalar ile donatılı. tek tözlü bir makine için bunu anlatmak çok zor. aslında ruhu ortadan kaldırdığınızda tek parçalı bir şeyin içindeki kavgaları izah edemez oluyorsunuz ki sartre bunun farkında olduğu için bilinçdışını reddetti hepten.

özgürlüğü reddetmeniz demek ahlakı reddetmeniz demek. yani doğru ve yanlış olan bir şeyleri boşuna konuşuyoruz özgür değilsek. özgür değilsek kimse kötü değil çünkü herkes kurulmuş saat. ve tabii iyi de değil kimse, erdemli de değil. kurulmuş saatlerden müteşekkil bir toplumdaysak neyi konuşmanın anlamı kalır ki. kaderciliğin son raddesi bu işte. hiçbir seçim özgürlüğü olmayan birtakım yaratıklar öylece mal gibi acı çekiyoruz devamlı, öyle mi? seçim hakkımız yoksa biz bu kadar neyi konuşuyoruz ki?

yani hasan hüseyin korkmazgil’in şiirinde ve şiirden yapılan şarkıda geçtiği gibi;

acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimiz de.

kanaatiniz nedir?

emre timur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et