sokakta yürüdüm (agora deneyimi)

  • 2 dakikalık bir metin-

genelde kulağımda -içinde felsefe dersleri olan- bir kulaklık ve bir bisikletle, otomobille evden işe, işten eve giderim. iş denen yere gitmek bir sosyal hayattan, sokaktaki realiteden kopuşu, paralel bir evrene geçişi ifade ediyor çünkü iş dediğim şey bir manav değil, perdeleri simsiyah kapalı bir oda ve içinde bilgisayar. peki sokak? hep tüketilmesi, geçilip gidilmesi gereken bir ara bölge benim gözümde.

bir şey fark ettim;

kulağımdaki kulaklığı çıkardım, yere bakışlarımı yukarı kaldırdım ve dünyayı dinledim. şehrin sesleri o kadar yabancı ki kulağıma. gerçeği modelinden çok farlıymış. hayat… en ortasındayken çok gerçek. yürüdüm. yürümek çok az yaptığımız bir eylem. koşu bantlarında, dünyadan izole parklarda değil, gerçek hayatın içinde yavaşça yürüdüm. genelde ya kaçar ya kovalarız. oysa yürümek çok farklı; yavaşça yapılan, adım adım deneyimlenen… neredeyse bir planım yokmuşçasına, biraz şaşkınca, biraz izleyerek, hayatın bana söyleyeceği çok fazla şey varmışçasına dinledim ve yürüdüm.

“agora deneyimi” dedim buna ve günümün bir saatini bu eyleme ayırmaya karar verdim.

plan mı? plan dediğin ne ki… o da bir model. modele muhatabız hep. hayatın içinde plan yok, istatistik yok, saf deneyim var, salt pratik var. görmüyor musun?

hep bir modele, hep bir taklide, bir ara yüze, bir simülasyona muhatabız. hayata lastik eldivenlerle temas ediyoruz ürkerek. oysa taklitler asıllarını yaşatmıyor, taklitler asıllarının yerini alıyor. telefon ekranımdaki bir sokak videosu zaman içinde gerçek sokak deneyiminin yerini alıyor. yavaşça akan hayat, panik halinde parmaklanan telefon videoları gibi değil hiç. gerçek sokağa çıplak ellerle temas ettiğimde ise bir yabancıya dönüşüyorum. evet, yabancılaşıyorum. kendime, sokağıma ve sokak deneyimime… her şey başka bir form, başka bir ontoloji oluyor.

…sonra kendime bakıyorum; sokağın ortasında şaşıran, şaşkınlaşan adama bakıyorum. bir an için seviyorum onu, sevmeye başlıyorum.

kanaatiniz nedir?

%d blogcu bunu beğendi: