heterojen bir yaşamak

yazan:

  • 8 dakikalık bir metin-

bazı metinlere başlamak ve bitirmek benim için çok zor oluyor. bu şöyle… anlatmak istediğiniz çok şey oluyor ama bin yıllık kelime boğuşucusu da olsanız bin anlam hücum edip dudak çıkışında sıkışıklık yaratıyor.

“heterojen” bir kimya terimi, sıfat. “çoktürlü” diye çeviriyoruz aslında. homojen kelimesinin de zıttı. marketten bir ayran aldığınızda “çalkalayınız” yazar çünkü heterojendir başta. heterojen içmeye kalkarsanız yoğurt ve su diye iki ayrı şeyi tüketmiş olursunuz. çalkalarsanız ayran olur, ayran olmuşsa homojen olmuştur.

yaşama bunu aktarmak ne demek? muhtemelen kulağa tuhaf geliyor farkındayım. homojen yaşamak ve heterojen yaşamak ne demek? biz ayran mıyız? yoğurt mu olmalıyız?

evet.

üç örnek üzerinden gideceğim: konsantre olma, spor yapma, kitap okuma.

elinizde bir telefon, önünüzde bir film ve masanızda bir kitap olduğunu varsayın. sekerek ondan ona sıçrıyorsunuz. aslında aynı anda üç şey yapmanız teknik olarak mümkün değil çünkü an denen şey asaldır, bölünemez ama bir dakikaya bakacak şekilde uzaklaşırsak sizi üç iş yapıyor görürüz. yani muhtemelen üçer beşer saniye ona, buna, şuna uğruyorsunuz. bu aslında biraz zamanımızın da hastalığı oldu. uyarıcıların ve ödevlerin sayısı arttıkça bir güne bin şey sığdırmak zorunda olan kişi bunları sırasıyla yaparak vakit kaybetmek istemediği için sekerek yapar oldu. her işte “beklemeler” veya esler olur. onlar aslında o işi anlamlı kılan kısımlardır. o kısımlara tahammül edemeyerek araya başka işler alma sabırsızlığından söz ediyorum. yani kitap okurken durup düşünmen gereken boşluklar vardır, telefonda gezinirken telefonu beklediğin anlar ve filmin daha heyecansız geçen kısımları. bunları diğer işe sekerek değerlendirirseniz matematik olarak bir güne çok iş sığdırmış olursunuz ama bir şey gözden kaçmış olur: yapılan işler eslerinden soyulduğu için nitelik kaybına uğrar.

yeşil çay, ginseng, kediotu filan gibi bitkilerin kapsülleri var. kimi firmalar sırf özü, yani etken maddeyi sentezleyerek koyar. kimi firmalar da otun kendisini. hangisi doğrudur? ilkini yapanların iddiası, otun lüzumsuz yerlerini içmenin faydasız olduğu ama ikincinin iddiası etken maddenin, etken madde bulunmayan yerleri ile anlamlı olduğu. yani eslerin, nefeslerin, boşlukların bir kullanım kılavuzu hükmünde olduğu.

ben derim ki posasız bir yaşamak mümkün değil, değerli de değil. posadır zaten posa olmayan yerleri etken kılıcı. posayı hayattan ayıklayınca geriye kalan şey de o kadar etken değil. yeni posanız hayırlı olsun.

yani filmin “sıkıcı” yerleri aslında “heyecanlı” yerleri için hazırlıktır. “sıkıcı” yerleri çıkartılınca “heyecanlı” yerleri o kadar da heyecanlı olmaz. bunu en çok internet derslerinde fark ediyorum. tüm düşünme boşlukları kesiliyor. bakınız, öksürme, kekeleme, hapşırma gibi kısımlar değil, tüm nefesler kesiliyor, geriye sadece sesler kalıyor. iyi de nefes yoksa sesin de bir hükmü yok ki. anlam değişiyor nitekim. öyle kelimeler vardır ki önünde bulunan düşünme, susma süresi kelimenin anlamını vurgular değil, sağlar. evet, bazı kelimeler susularak söyleyince başka anlama gelir. sen susmaları kesersen, anlamları bozmuş olursun.

geldik konsantreye… işte konsantre azlığımızın sebebi boşluk görünce kaçma eğilimimiz. boşlukları “boş bir şekilde bekleme” sanmamız. her yeri ses ve dolulukla doldurmaya çalışmamamız. şehre bakın… çekilmiş dişler gibi olmalı ki siluet olsun. yani bir güzel camiyi şehir siluetinde güzel kılan şey yanındaki boşluklar. dopdolu bir şey boğmaz da ne yapar? müzikte de öyle. susmalar olmasa seslerin esprisi kalmaz. sesin notası varsa susun da süresi var.

o yüzden bir dakikada üç işte üçer kere sekmek yerine bir dakika boyunca tüm esler ve boşluklarıyla, tüm sıkılma ve sabretmeleriyle tek işte kalmak o işi nitelik kaybı olmaksızın yapmak demek. aslında bana kalırsa “gerçekten yapmak” demek çünkü diğer türlüsü yapmak değil tatmak. ben yemeği gerçekten yemekten söz ediyorum.

yani ne yapmış olduk? ayıkladık. 2 saat film, kitap ve mesaj cevaplamakla geçecekken ve üçü birden ıskalanacakken zamanı homojen olmaktan kurtardık ve daha heterojen bir hale getirdik; film düzgünce izlendi, sonra kitap dikkatlice okundu, sonra mesajlara dönüldü.

spor demiştim… spordan kastım fitness. bir tartışma vardır “split” ve “fullbody” diye. terimlere boğmadan izah edeyim; ilki der ki haftayı günlere böl ve birinci gün git şu bölgeni çalış, ikinci gün git bu gölgeni çalış… bu şekilde her bölgene bir gün ayır. mesela vücudunu dört bölgeye ayır ve her spor günü o bölgene yoğunlaş. diğer yaklaşım şudur; her spora gittiğinde tüm vücudunu çalış ve gel. yani yine haftada dört gün spor yap ama dört kere tamamını çalışmış ol.

ben de bir spor gönüllüsü olarak nedense ikincisi çok çekici geldi yıllarca. hatta bir çeşit fanatizmdir bu tip çalışma, savunucularınca. kulağa da hoş gelir her antrenman günü her şeyi çalışıp çıkmak ama tabii bir homojen-ci olarak bu şekilde çalışmanın derinliksiz, konsantresiz olduğunu hiç düşünmedim. odaklanmak diye bir şey vardır oysa. tüm vücudunu bir antrenmanda çalıştığını söyleyen sporcu acaba tüm vücudunu bir antrenmanda ıskalıyor olabilir mi?

işte görüldüğü üzere heterojen çalışan, yani bölgeleşen, bölgeleri izole eden, bir aydan bakınca daha seyrek çalışmış oluyor homojen-ciye göre ama “gerçekten çalışmış” oluyor, ıskalamış değil. 

benim bu heterojen yaşamaya geçme fikrimin fitilini ateşleyen şey spor olmadı. kitap okuma tempom oldu.

ben bir gün içinde beş farklı konuda bir şeyler okur, yazar, izler, dinler, konuşurdum. bu çokluk bana da iyi gelirdi veya öyle düşünürdüm. oysa tam bir homojen-ci imişim. şöyle ki hiçbirisinde gerçek bir derinlik (intensity) seviyesine ulaşamadan sekiyordum. bir sekici olarak da yalnızca tadıyorum ve ıskalıyorum. tatmanın en büyük faydası unutmayı yavaşlatmak, unutmuyordum ama derinleşme çok yavaş gerçekleşiyordu.

artık değişti.

örneğin “ben mayıs ayında yalnızca psikoloji çalışacağım” dediğimde felsefe, sinema, bilim tarihi, antropoloji gibi alanlara hiç uğramıyorum. aslında bilerek uğramıyorum ki konsantre bir şeye odaklanmaktan ziyade lüzumsuzlara kayıtsız kalabilme yeteneği demek. yani kendimi tek bir konuya zorluyorum. o konuda okuyorum, o konuda söyleşi yapıyorum, o konuda yazıyorum ve ders dinliyorum ve tabii düşünüyorum. evet, kendimi zorluyorum ve ayın gündemi psikolojiyse felsefe bile düşünmüyorum. neticede çok ilginç bir şey oluyor;

bir kitabı okuduğunda yüzde onluk kısmı aklında kalır, kalanı posa değilse de ufuk hanesine yazılır. yani ufkunu açar ve gider ama tabii az şey değildir bakış genişlemesi de. fakat hep aynı konu üzerinde bir ay boyunca çalışan kişi bu buharlaşan kısmı kâra yazar, aklında tutar. yani birbirini destekleyen iki, üç, dört ufuk yan yana gelince artık ufuk olmaktan çıkıp asıl bilgi haline geliyor. oysa başka konuya geçseydin başka konunun buharı ile bu buhar birleşme gücüne sahip olmaz, ikisi de biraz ufuk verir uçardı. bunu anlatabildim mi? hep aynı gündem mevzuyla meşgul olunca normalde çöpe gidecek olanlar geri dönüşüme giriyor, diyorum.

netice…

şunu gördüm ki nice yetenekliler, zekiler, beyinliler bir konuda ısrar etme yetenekleri, yani konsantreleri olmadığı için asla ele gelir bir şeyler yapamadan ölüp gider. konsantre gerçekten tek ve asıl yetenekmiş meğer. işten işe sekmek, hepsini de yarım bırakmış, her işin sadece biraz başlığını bilir kalmış olmak demek. o yüzden diyorum ki başarı diye bir şey varsa -ki bu kelimeden nefret ederim- konsantre sayesinde var.

dünyanın en yeteneksiz adamı hayatı boyunca bir duvardaki bir noktaya taş atmaya çalışırsa, binlerce taşı alakasız yerlere fırlatsa bile bir noktada bir izleşme, bir aşınma yaratmayı başarır. yani yetenek bir işi çok iyi yapabilme istidadının yanında biraz da o işte ısrar edebilme becerisi sanırım.

kutsal metinlere bakın, homojendir. yani bir kıssa üç beş surede bir dağınık olarak geçer; sureler, ayetler pek konularına göre ayrılmış değildir. bunu her kutsal metni dikkate alarak söylüyorum. onlar üzerine bilgi inşa eden fıkıh kitapları konulu, heterojen olsa da kök metinler böyle olmaz. bunu bir eksiklik gibi söylemiyorum; onlardaki homojenlik, rastgele bir sayfayı açıp okuyan kişi -ki tarih boyunca pek çok inanan o kadarcığı biliyor olmuştur alim değilse- tamamına dair bir mesaj, bir ruh kapsın. ama modern bir fizik kitabını düşünün, her konu apayrıdır.

şehirleri düşünün, heterojendir köylere göre. köyde taşıt yolu nerede biter, yaya yolu nerede başlar, neresi yeşil alandır, hayvanlar nerede otlar, diye ayrımlar pek olmaz, varsa da siliktir. yani her yer her şeydir, yani geçişkendir, yani homojen. şehirde yeşil alanların etrafında bordür döner, yaya yolu bellidir, kamusal alanlar ile site duvarlarının sınırları vardır… yani sınır, sınır, sınır… evet, şehirleşmek heterojenleşmek demek.

hayat homojenleşmek ister. cansızlar homojenleşir. sakın ayranı karşı örnek vermeyin, sonraki çağ o markete gidin bakalım duruyorsa. bin yıl bekleyen her şey toz olur. hayat ayranlaşır. milyon yıl sonra müdahele etmezsen her yer aynı renk, aynı doku, aynı sıcaklık olmaya doğru meyil gösterir. tüm evren trilyon yıl sonra eşitlenecektir. trilyon yıl sonra evrenin her yeri hemen hemen aynı görünecektir. homojenleşme bir evren yasasıdır.

canlılıksa heterojen olmak demektir. su cansızdır ama suyun içindeki canlı hücre su ve sitoplazma arasına bir hücre zarı bariyeri koyarak iki ayrı bölge, izolasyon ve ayrım vererek suyu heterojen kılar. evrimleştikçe daha heterojen organizmalar meydana gelir. mesela bir koca kesesi, sindirim kanalı vardır alt türlerin de insana yaklaştıkça sindirim kompleksleşir. en çok da beyin tabii. aşağı türlerde dağınık sinir hücreleri insan beyninde görevlere göre ayrılmış bölgelere evrimleşmiştir. yani heterojenleşmiştir. bakın, gelişim budur. küçük işletmelerde temizlik, telefona bakma, misafir karşılama ve çizim yapma işini tek eleman yaparken kurumsal şirketlerde sekreterin bile sekreteri olur. yani gelişmiş, yani heterojenleşmiştir. artık bir çeşit yabancılaşma da başlamıştır. sekreter güvenlikçinin işini bilmez, temizlikçi çizimcininkini. gördünüz mü ayrıştı. canlılarda da öyledir. çok hücreli organizmalarda görevleşme olur. organizmanın bir kısmı kesildiğinde kalan bölgeler gidenin işini yapamaz. bunun sebebi uzmanlaşmadır. her organ kendi yaptığı işte uzmandır. o denli uzmandır ki başka organ o uzmanlığı taklit edemez.

konsantre ve heterojenlik arasında bazılarınızca tuhaf bir bağ kurdum. yeni bir hayata heyecanla başlıyorum. ne kadar anlaşıldığı kısmında cidden emin değilim ama bu yeni kararımı ve keşfimi en başa koyuyorum. bu yazıyı omurga yazılarım arasında sayıyorum.

“heterojen bir yaşamak” için bir yanıt

  1. Arzu F. avatarı
    Arzu F.

    Yine ufuk açan yazılarınızdan biri olmuş ve yetişmesi gereken yazım sürecim için ihtiyaca binaen iyi denk geldi. Gayet anlaşılır akıcı yazmışsınız. Ellerinize kaleminize sağlık.

Arzu F. için bir cevap yazınCevabı iptal et

emre timur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et