felsefemin temeli: değiştirebilirlik
tüm bakışımı oturttuğum ana omurgayı, yani felsefemin çıkış noktasını özetleyeyim. bir bina yaparken her katta yeni şeyler öğreniriz ve her yeni katı yeni malzemelerle, yeni projelerle yapmaya kalkarız. oysa yapmamız gereken şey köklere dönmek, kökleri sorgulamak. gerekirse her şeyi yıkıp, yeniden kurmak, inşa etmek.
ettim.
her şey değişimin sorgusu ile başlar…
acı çekiyoruz, bilmiyoruz, korkuyoruz; peki neyi ne kadar değiştirebiliyoruz?
aslında önce değişim denen şey var mıdır, sorusu ile başlamalı. bu birçoklarına ifrat ve arkaik gelebilir ama felsefe zaten soru sormak.
karşımda bir masa ve masanın üzerinde de bir bardak varsa, ben bu bardağa on dakika boyunca baksam, bardak da öylece dursa “burada değişim yok” derim. aslında hareket dediğiniz şey sükunların toplamı ise, veya film fotoğraf karelerinin toplamı ise orada on dakika boyunca binlerce yeni bardak gördüm demektir.
masanın üzerinde duran şey erimekte olan bir buz kütlesiyse, her an aşama aşama o buzun suya dönüşmesini izlerim. işte kritik soru burada aslında, az erimiş buzu çok erimiş buz ile ortak kılan şey nedir? yani niçin ona hep aynı “şey” muamelesi yapıyorum? ne vakit ona “buz” demeyi bırakıp “su birikintisi” diyorum? bunu derken “b-u-z” kelimesinden “s-u b-i-r-i-k-i-n-t-i-s-i” kelimesine geçiş oldukça keskin görünüyor. harflerin adetleri bile değişti. oysa orada değişen şey böyle tık diye, böyle keskince, böyle ani olmadı. her an her şey küçük kademeler, isimsiz kademeler halindeydi ve benim ismini koyabildiğim topu topu iki kademe vardı: buz ve su birikintisi.
çok karışsın istemiyorum ama evrende tüm grilerin adı yok. adı olan şey siyah ve beyaz. oysa doğa griler arasında gezinir durur. zıplayan şey benim koyduğum isimdir, doğa değil. doğa zıplamaz, doğada devrim yoktur, evrim vardır.
buza geri dönersek, an sayısı kadar sükun var ise orada gördüğüm binlerce farklı erime düzeyindeki buzlu su için değişim kelimesi asla kullanılamaz çünkü ortada ayrı ayrı, müstakil sükunlar vardır. demek ki onu hala aynı şey kabul ediyor olmam gerekir ki değişimden bahsedelim.
işte şu an bir şey keşfettik:
her şey değişiyor ise bir değişim yoktur. bir şeyler aynı kalıyor olmalı ki bir şeylerin değiştiğinden söz edebilelim.
parmenides’e sorduğunuzda orada eriyen bir buz olduğunu reddeder. hiçbir şey değişmez, hareket illüzyondur, her şey durur der.
diyelim ki çocuğum var ve büyümesine şaşıyorum. yıldan yıla adeta dönüşüyor, kocaman oluyor. doğduğunda 3 kg idi ama şu an 50 oldu. peki, o çocuk bu çocuk mu? biyolojik olarak değil çünkü tüm hücreleri bilmem kaç ayda bir değişiyor. yani tüm hücreleri farklı iki çocuk var ortada. atomları için de aynı şey geçerli. tüm atomları farklı iki obje var. peki o iki şeyi aynı şey yapan şey nedir?
aslında şöyle bir örnek de mümkün; siz kütüphane müdürüsünüz ve altı ayda bir yeni bir güvenlikçi geliyor. siz tabii yıllar yılı gidip gelen güvenlikçiler ile çalışmış biri olarak şunu diyebilirsiniz: artık güvenlikçiler eskisi gibi sıkı çalışmıyor, ciddiyetsizleşiyorlar. bu ne demek? otuz güvenlikçi gelmişse bunlar apayrı hikayeleri olan bağımsız insanlar ama hepsinde ortak olan o şey, o ortak şey her ne ise aynı kalıyor da onları “güvenlikçi” parantezine alabiliyorsunuz. böylece değişti derken değişen bir objeden, bir insandan, bir mevsimden söz etmiyorsunuz; o ayrı ayrı insanları bir evrim diyagramına diziyor ve grafik çiziyorsunuz.
gördüğünüz gibi devamlılık aslında zihinsel bir varsayım da olabilir. biz tabii çocuğa dışarıdan bakarken bu felsefi akıl yürütmeleri yapıyoruz ama ona sorsak hep devamlılık hissettiğini söyleyecek. aynı bakışı kendimiz için de yapabiliriz; geçen yılki biz ile bu yılki biz aynı biz mi?
devamlı yeni yedek parçalarla güncellenen bir proje gibi. proje dediğimiz şey değişmeyen öz.
bu uzun parantezi “değişim mümkündür” demek için açtım.
değişim mümkün ve gördüğümüz kadarıyla bir şeyleri değiştirebiliyoruz. yoksa değiştiremiyor da yalnızca bakıyor, yorumluyor muyuz?
şunu belirteyim ki bizler bir şey değiştiremiyorsak hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin bir anlamı yoktur. yan dünyayı ya dünyamızı değiştirebiliyor olmalıyız. elleri, kolları, ağzı ve gözü tamamen bağlı olarak duvarda asılı yaşıyorsak, neyi konuşuyoruz k? böylesine değişmez bir yeri anlamın bile değeri yok kanımca, ölelim daha iyi. değiştirebilmek bence yegane yaşama umududur.
masaya vurunca ses çıktı, işte sessizliği değiştirdik. gittik su içtik, susuzluğu değiştirdik; uçan sineği öldürdük, uçamaz oldu; yere cam kırıkları koyunca da otomobillerin lastik basınçlarını değiştirdik.
“filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”
bu söz marx’a ait. ben de altına imzamı atıyorum. bir küçük revizyonla…
filozoflar dünyamı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.
evet, dünyamı değiştirmek istiyorum.
kanaatiniz nedir?