otuzların krizi

yazan:

  • 3 dakikalık bir metin-

ergenlikten filan bolca söz edilir de otuzların başında atlatılan krizden söz edilmez pek. bir düşünün hele, tüm tutarlılık kuleleri yıkılmaya başlıyor. başı sonu bir, içi dış bir ne varsa uyumsuzlaşmaya başlıyor. bu dağılma, yani güvenilebilecek, kesin olan hiçbir şeyin kalmama hali zemini ayaklarımızın altından çekip almaya başlıyor. her şey tekinsiz, her şey güvensiz oluveriyor. bir günde değil elbette… bu anlam krizi birçokları için sessizce olup biten bir şeydir çünkü imdada çocuk yapmak yetişir. çocuklar yapılır ve anlam illüzyonları yaratılır, yani kriz ertelenir. çocuk sahibi olma yaşı geçleştiği için toplu bir varoluş krizi başladı. evvelden yoktu. hayat aynı hayat, insanlar aynı insan ama koşullar iki şey yarattı: geç çocuk ve yalnız çiftler. anlam krizi için en elverişli iki şey.

birbiriyle didişen çiftlerin iletişim eğitimine, kendini sevme terapisine filan ihtiyacı yok; kabak gibi ortada ki hayatları boş ve anlamsız ve saldıracakları tek kişi de kendi partnerleri.

bu krizle nasıl başa çıkacak kentli yalnızlar? fanatizm ve köpürtülmüş, yapış yapış kılınmış ideoloji ile. yaşlılar ve çocuklar ile sarmalanmış olmayan iki varoluş krizlisi, birbirlerine saracak ve boşanmalar artacak ki öyle de oluyor. bu da elbette herhangi bir şey için merhem sayılmaz.

var olmak, var oluyor olmak, ölüme doğru olmak gibi meselelerle çarpışmaya hazırlanmadan okulla bilmem neyle meşgul olarak otuz yaşına düşüvermiş olan günümüz kentlisi, bazı soruları ilk kez sormanın sarsıcılığının kurbanı. otuz yıl ölüme doğru yürümüş olan ama bunu hiç fark etmemiş olan kentli, ivedi bir şekilde kendisini sonu gelmeyen dizilere veya mükemmel bir anlam illüzyonu olan çocuğa atmak zorunda.

çocuk deyip geçmeyin, bir çocuk on kişilik anlam illüzyonu yaratır. hayatta bir amaç varmış gibi, sanki buraya niye geldiğimizi biliyormuş gibi numara çekmemizi sağlar cemiyete, ailemize ve kendimize. boş uzaydaki mavi çamurun üstünde yaşayan gelişmiş primatlar olduğumuzu unutun. on çocuklu aileleri düşünün, asla bir saniye bile boşluğa düşmeden, depresyona girmeden, anlam krizi yaşamadan doğarlar ve ölürler.

yani aslında hayatlardan çocukların çekilmesi, anlamın çekilmesi oldu.  

binlerce nesil boyunca yaşamayıp yaşatan, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, saçını süpürge eden fedakâr anneler ve cefakâr babalar, tüm bu özgeciliğe yalnızca bebeleri iyi olsun için katlandılar ama yine kendileri gibi hayatsız anneler ve babalar yetiştirdiler. yani özgecilerin doğurduğu özgeciler, yemeyip yedirdiler, giymeyip giydirdiler ama bu zinciri artık birisi kırmazsa bu soy devam ettirme işlemi hiç yaşamı tadan fertler olmaksızın sonsuza kadar devam edecek. binlerce nesildir süren bu toplu fedakarlığın ziyan olmaması için birileri çıkıp şunu yapmalı ki bunca emek boşa gitmesin: çocuk yapmamak, bencil yaşamak. 

ben derim ki on kişilik evlerden, herkesin üç beş kuruş katkı sağladığı sofralardan koptuğumuzdan beri varlıkla çıplak yüzleşmenin acısını çekiyoruz ve üstelik o örnek aldığımız avrupalı’nın onda biri gelirle bunu yapmaya çalışıyoruz. konfor gibi bir anlam illüzyonu da yaratamadığımız için ay sonunu zor getiriyoruz, 15 yaşında başlayan çocuk doğurma yeteneği kadınlarca 20 yıl erteleniyor, başlayan anlam krizine karşı korunaklı değiliz, ee? geriye sadece delirmek kalıyor.

ya da ideoloji…

insanların ideolojik olarak coştuğu dönemler böyle dönemler. ortalıkta ne vıcık vıcık köpürüyorsa, bilin ki can çekişiyor. bugün ideolojilerin hiçbirisi sağlam dayanaklara sahip değil. sahip oldukları tek şey, hayatta anlamı bulamamış mutsuz yaşamların bir kaçışı, bir grup terapisi olan ait olma, işe yarama hissi.

otuzlarında çıplak kalmış kentli mutsuzlar, düşünme gücünü hızla azaltarak inanma gücünü arttırır, dindarlaşır ama bu asıl emeklilik sonrası olur. o dönem en beteridir çünkü hayatta hiçbir meşgale kalmamıştır, çocuklar büyümüştür, işler bitmiştir, para üç ayda bir gelmektedir ve çok güçlü bir afyona ihtiyaç vardır.

ne o? size bir anlam vereceğimi, huzurunuzu arttıracağımı filan mı sandınız? hayat anlamsız, acı çekin.

“otuzların krizi” için 2 yanıt

  1. Gökçe avatarı
    Gökçe

    🤔🤔

  2. .. avatarı
    ..

    Uygarlığın, içinde yaşadığımïz şu alabildiğine karanlık saatinde, sefilin adı ‘insan’ dır. O insan, bütün iklimlerde can çekişiyor ve bütün dillerde inliyor.”

    Victor Hugo

.. için bir cevap yazınCevabı iptal et

emre timur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et