çoğu meseleyi “derin zihin şöyle bakar da sığ zihin böyle bakar” diye bölmek benim için aydınlatıcı oluyor. sığ zihin deyince çoğu gelişmişlikten uzaklığı anlasanız da ben aşırı antropomorfizme saplı kalışı kastediyorum. yani dar zaman, dar mekân, kişisel bakış, lokal perspektif… açayım…
efenim, yüz bin yıl önceye gittiğinizde altı farklı insan türü var gezegende. tür diyorum, tür. ırka filan benzemez, tür. yani mesela sinekler, filler, kuşlar başka bir tür insandan, ya da homo sapiens’ten; işte gezegenimiz de öyleydi. afrika çıkışımız neticesinde dünyaya yayıldıkça birbirimizi görmeden minicik boylu, dev vücutlu, ateşi seven, alet yapan muhtelif türlerimiz yayıldı dünyaya. kimisi tutunamadı ama biz tutunanların evlatlarıyız. yani birbirimize epey benziyoruz. hatta bir balinaya, ayıya, gergedana filan görece şempanzeyle aynı sayılırız. homo sapiens’in şempanze ile gen ortaklığı yüzde doksan sekiz. bu rakam kadar benzeyen objeleri düşünün hayatınızda.
konuya niçin bu kadar sert girdiğimi birazdan anlayacaksınız. sığ zihin mevzuunu çözelim…
sığ zihin şöyle bakar… falan dinin, falanca mezhebinin, falanca cemaatinin, falanca kolundaki adamlar toplanmıştır bir mahallede, onlar bile kendi aralarında birbirlerini farklı görür. der ki sarığın iyisi yeşil olur, beyazı makbul değil. yani demem o ki cemiyet daraldıkça bakış da daralır ve sertleşir. öyle ki aleyhte fraksiyonlarla bile o kadar sert mücadele edilmez olur. sebebi de artık onlar ötekinin de ötekisi olmuştur.
kendi cennetinizi düşünün mesela. kimler girebiliyor oraya? girenler ne kadar benziyor birbirine? ötekileştirme eğilimi arttıkça cennetiniz tektipleşir. kılık kıyafet, siyasi eğilim, kök, tercihler ve eğitim olarak aynı cinslerin seçilmesi yüzünden tam olarak doldurulamamış bir boş hangar olur sizin cennet… sığ zihin budur. aslında -sıçramak olacak ama- kara göçebeleri biraz böyledir. yerleşik deniz kültürleri kendisi gibi olmayanla temas ede ede tolerans geliştirir. deniz böyledir; alışveriş yapılır öteki kıta ile, gidilir gelinir, evlenilir derken artık öteki, öteki olmaktan çıkar.
zombi filmlerinde bu his çok net. bakın mesela onlar ve biz ayrımı ne kadar keskin. ara tür yok. bunlar biraz da platonculuk aslında. lord of the rings filmlerine, kitaplarına bakın, görürsünüz. bir org nasıl bir elf ile kardeş olur? yazar tolkien de zaten sıkı bir ırkçıydı. ayrımlar nettir bu kafaya göre. ara bölge olmaz.
ilk verdiğim örneğe müsavi, dağ köylerine bakın mesela. ulaşım zor olduğu için yan köyle bile ötekileşmiştir. aralarında düşmanlık, ötekilik ilişkisi kurulmuştur.
benden insanın gelişmişliği için kıstas isterseniz, kendisi gibi olmayanla temas becerisi derim. o kadar ki artık kendisini evrenin en büyük gücü, en üstün şeyi ve o insan-ı kâmil saçmalığı olarak gören için kendisi doğadaki her şeyden üstündür zaten. bir kedinin gözlerine bakıp onunla bir bakıma aynı şey olduğunu anlayan erer. onunla aynı dertlerle dertlenen, aynı acıları olan, aynı kargaşayı yaşayan olduğunu anlayan… eriş budur.
kavgan hayatta kalmak, eş bulmak, yemek içmek, ısınmak ve çocuklarına bakmak değil mi? bir köpekten ne farkın var ki?
kopernik bize evrenin efendisi olmadığımızı öğretti, darwin bize doğanın efendisi olmadığımızı, freud da bize kendimizin bile efendisi olmadığımızı öğretti. bu caka kime?
bugün 21 mart uluslararası ırk ayrımcılığıyla mücadele günü; benim de bugün için bir çift sözüm var. ırk dediğin şey mercekle dibimize geldiğinizde anlayabileceğiniz bir şey. uzayın ortasında bir mavi çamur tapunun üzerinde debelenen birkaç canlıdan biriyiz. primatız alt tarafı ve daha dün ağaçlarda muz yiyorduk. “o baba senin bu baba benim” demek sığlıktır, babanın yaptığıyla övünmek sığlıktır, soya inanmak, gelecek soylar hayal etmek sığlıktır… biz krallardan çok çektik. kendini üstün ırk sayanlardan da öyle… milliyet dediğin, ırk dediğin şey olmayan bir şey. iki fındık tanesi arasındaki yedi farkı bulmaya çalışıyorsun ama evrende başka ne taneler var, kafanı çevirip bakmıyorsun. fındığı öteki fındıktan farklı sanıyorsun da koca koca gölleri, dağları, gezegenleri görmüyorsun. ben de ırk ayrımcılığı denen gelişmemiş insan refleksine karşıyım. mücadelemi de elimdeki tek şeyle, kalemimle veriyorum.