“beni sizler var ettiniz” üzerine

yazan:

  • 5 dakikalık bir metin-

aslında “başarı” kelimesi benim için çok necis ama fark ettiğim bir şeyi yazmazsam çatlarım.

kadın ödüller almış, başarılara imza atmış, şunu yapmış, bunu etmiş, kendisine yöneltilen mikrofona şunu diyor:

“beni halkım var etti.”

bu aslında zeki müren neslinin normallerindendi. yani sahneye çıkınca “ben yaptım, ben ettim” denmiyor. siyasetçiler nasıl ki demokrasi gibi saçma rejimlerde halka yaranmak zorundaysa aynı zorundalık maalesef sanatçıya da bulaşmış vaziyette. bunun bilim versiyonları da var ama cevap şöyle:

“çok çalıştım”

veya şöyle:

“çok acı çektim.”

aslında bunları gözlemlemeye başladığımdan beri cevapların dört özette toplandığını fark ettim. dünyanın çoğunu kaplayan vasatlar, dünyanın güney doğusu (hindistan, çin, iran, rusya, arabistan civarları) ve sosyalistlerin beklenti içinde oldukları cevaplar var “başarılı”dan. siz ona deha deyin. yani vasat-deha ayrımı. şimdi, adı üstünde, “deha” değil mi? ama cevaplar -çok özür diliyorum- kıç yalama seviyesinde.

  • 1-çok emek verdim; böylece bunu izleyen kıskanç vasatlar nazar değdirmeye gerek uymaz çünkü emek verse kendileri de yapabilirlerdi ama işleri vardı. bir yandan da bunu duyan baba, oğluna bir örneklik sunabilir, çalışan kazanır, masalını yutturabilir.
  • 2-beni halkım var etti; yani çatlamamanız ve beni sokakta parçalamamanız için size baklava ısmarladığımı farz edin. ortada bir başarı varsa bile bana ait değil. baklavanızı yiyin ki ciğeriniz soğusun.

tehlikeli cevaplar buradan başlıyor ki zaten bir işi yapabilişin sanırım üç ihtimali var: şans, yetenek, emek. bu saydığım iki madde emek hakkında ama sadece emeğin odağı değişiyor.

  • 3-şanslıydım! bu da ne! bu cevabı kim ne yapsın? şans çiğ de onun ikiz kardeşi olur. nobel konuşmasında “talihliydim” veya “nasip” oldu dediğin zaman başarıyı kadere, yani tanrı’ya yüklemiş olursun ve yine yırtarsın. halk seni parçalamaz sokakta yürürken. yine başardın vasat olmayı, vasatlardan olmayı, vasatların içinden gelmeyi ve fildişi kuleye çıkmamayı.
  • 4-yetenekliydim. neydin? çok zekiyim, çok. olmadı… bu olmaz işte. bu cevap kimse için moral olmaz. bu cevabı kimse alıp hayatına tatbik edemez. bu cevap hiçbirimizin bir işine yaramaz. ne yapalım zekiysen? diğer üç cevaptan birisini seç.

ama tabii bunu hafifletecek bir parantezle linçten kurtulabilirsin: çok fakirdik. bu oldu. yanına acıyı da eklersen hinduizm, budizm, spiritüalizm ve tasavvufçular -ve tabii sosyalistler de- seni bağrına basar. zeki ama çok acı çekmiş, üstelik çok da fakirmiş. bu olur. çile yükselişin ana anahtarı, biliyorsunuz.

eski büyüklerde ilham-vahiy ayrımı pek yok ki teknik olarak da var sayılmaz. yani mevlâna yazdıklarının kendisine indiğini, ona yazdırıldığını söyler. haşa kendisi yazmamıştır. ne öyle uydurukçu gibi… kendi pis aklıyla mı, şeytan bulaşığı aklıyla mı iş yapacak? gazzali’de, ibnü’l-arabî’de de bu vardır. aslında onlar biraz tevazu amacıyla böyle demişler ki halk da öyle anlamış. yani üçüncü maddeye giriyor, başarının tanrısal olduğu. yakın tarihte bediüzzaman da aynını demiştir ama fazla yakın bir tarih olduğundan onu çok suçlamışlardır. yani onun yersiz tevazuu olmuş sana peygamberlik. evet, yersizdir o tevazu. indi ne demek? günümüz yazarlarında da hala bu sürer kısmen. ayçiçeği gibi göğe dönmüş ilham inmesini bekleyenler var. ben de inanırım ilhama ama o öyle bir download işlemi gibi, gökten kalbe inen bir pdf değil. beş altı roman yazdım. evet, ilhamla yazdım ama ilham denen şey bir kıvılcımdır. haydi, çakmaktır. iteklemedir, iyi bir fikirdir, seziştir, irkiliştir, anlık bir kavrayıştır, o kadar. löp diye inmez kitap. veya allah elinden tutup da kalemi senin elinle oynatmaz.

o yüzden ısrarla sorarlar “gerçek hikayeden mi aldın?” diye. buna verilecek cevap “evet”se rahatlar halk ama senin kendi zekanla bir şeyi yaratıp yazmanı akıl, fikir, muhayyile, vicdan almaz, algılamaz! olmaz ya olmaz! sen uydurmuş olamazsın.

yani eskilerin tevazu amacıyla yaptığı şey günümüzde mesih kompleksi gibi görülüyor. problem şurada ki hâlâ “ben yazdım” diyemiyor sanatçı. de ya, de. “ben” de, “yaptım” de, “kendi aklımla” de, “sevabıyla günahıyla ben yaptım” de! hem kusurunu da üstelenmiş ol eserin.

biri de dürüst mü olsa acaba?

şahsen çok emek veren biri olmadım. çok çalışanları görüyorum. öyle olmadım. günde on beş saat okumadım. keşke olsam, olabilsem. imrenmiyorum değil ama olamadım işte. şanslı da sayılmam. genelde hafif bir uğursuzluk da taşırım. başkasının bir gün uğraştığına on gün uğraşmak zorunda bırakır şanssızlığım. azıcık şans hiç de fena olamazdı ama yok işte. ağzım çok laf yapmaz. sihirli bir dile sahip olmadım. yoktu işte. evet, acı çektim ama gökten inmedi bu acı. benim tecrübesizliğim, yanlış kararlarım diyelim. her ne yaptım, bilmiyorum ama halk var etmedi asla. vasatlar cumhuriyetinde olmaz öyle şeyler. yüz vermiyorsan hele cemiyete, önüne taş koymak için elinden geleni yaparlar. çok fazla engel çıkarıldı. yani destekçiden çok köstekçim oldu. isterler ki unutulup gideyim. bir bank köşesinde evsiz, kimsesiz ölüp gebereyim. evet, bunu isterler şaka değil. mezarsız gideyim isterler. tuhaftır cemiyet. en aklı başında görünen, mantıklının mantıklısı beş kişi bir araya gelsin linç sürüsüne dönüşüverir. tuhaftır… yani özetle,

gecesi gündüzü olmadan saat gibi vızır vızır çalışan, bazen çalışması azap veren ama ne yaptıysam kendisi sayesinde yaptığım bir buçuk kiloluk bir beynim var. o olmasa benden saksı olmazdı. her şey ama her şey sadece o kıymetli beynim sayesinde oldu. iyi bakmaya çalışıyorum. cevizle, omegayla filan besliyorum çünkü o benim her şeyim ve tek şeyim.

yani cemiyet sayesinde değil, cemiyete rağmen yaptım.

insanı insan yapan aklıdır. o ezik tevazu şovları pis pis kibir kokuyor ama yukarıda dediğimi diyenlere kibirli diyorlar. desinler… alkışla filan yaşamıyoruz. iyi ki güneş var.

kanaatiniz nedir?

emre timur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et