sürüden kaçış

yazan:

  • 4 dakikalık bir metin-

bir sonsuz okyanusta yüzen mutlu balıksınız… dışarıda nefes alamıyor ama okyanusun altında bin kişilik ailenizle süzülüyorsunuz. sizi uzaktan gören yekvücut sanıyor. tek gibisiniz, bir gibi. sadece sürünüzle değil, okyanusla da öyle.

balığa suyu sorsan gösteremez çükü balık panteisttir. vücudunun içi de su dışı da; yediği de su içtiği de… suyun içinde yaşayan su… içte o mutlak teklik hâlini tutun aklınızda.

sarp kayalık düşünün. keskin ve mavi ve soğuk ve yüksek ve ıssız ve tehlikeli… tırmanıştasınız bir sise doğru ve aşağı bakınca da gördüğünüz şey sis. bu belirsiz, bu bitimsiz, bu tehlikeli yolculuk hakikate doğru.

ben size asla mutluluğu vadetmiyorum. hakikat diye allayıp pulladığıma bakmayın, üşümek ve yanmaktan yok ötesi.

derim ki hayat bu iki ana tercih arasında gerilmiş bir iptir.

evrim, gelişmemişten gelişmişe doğru ilerler. bu insan ömrü için de böyledir. doğum, bir okyanustan başlar. anne memesinin de oradan farkı yoktur ve sıcak kucaktan daha az sıcak kucağa düşe düşe sürünün içinde kalırsın ve yalvarırsın seni kendinden görsün diye sürüye. sürü seni gözden çıkardı mı bitersin. hakikat ile kendi başına yüzleşecek gücü yaratmamışsan o sürüye yalvarmalı, kendini ona kabul ettirmelisin. yoksa yok olursun.

herkese güçlü olma, kendi olma, sürüden kaçma tavsiyesi veriyor değilim. bu zaten herkesin yapabileceği bir şey de değildir. lüzumsuz güç gösterileri yapılmasın boşuna. kimsenin okyanusun dışında yaşama hayali filan yoktur. o sıcaklık, o kapsayıcılık, o kucaklar terk edilir şey midir? kendi anlamını yaratma ödevi az iş mi? hazır anlam paketlerinin pratikliği dururken; aç kullan… hem sevdiğin herkes kucakçı, dağa gidip dönen de yok. ee? o özgürlük istiyor görünme palavralarını da bilirim ben. tasmasını kestin mi ağlar “zincirim” diye… toplumdan uzak durma pozlarını da yemem kimsenin. ıssızlık bir yere kadar. ben bir beden yalnızlığından söz etmiyorum hem. kendi kendini yaratma cesaretinden söz ediyorum. bilge olmaktan!

doğduğunuzdan beri hazır yemlerle beslendiğiniz için amaç ve anlam çuvalınız tıka basa dolu, onu anladık.  ben şuna şu anlamı vereceğim, dedirtmezler adama. referanssız yaşamak kolay mı? tepiği vuruverir sürü vallahi. bakmaz gözünün yaşına.

ben deyip durursun da güzelliğin doğuştan, çirkinliğin gibi. tuttuğun takım ağabeyinden ithal, dinin anneden, parti babadan, zaten sahip olmadığın karakterini de burcundan almışsın güya. ee? sen neredesin ki? ailen yetiştirmiş, toplum büyütmüş, genlerin atalardan, yediklerin de sofradan… olmayan birisiyle konuşuyorum ben şu an. reflekslerle yaşıyorsun be! insan “ben” derken birazcık utanmaz mı? olmayan bir şeyden bahsediyorsun. tokat atınca ağlaman, gıdıklayınca gülmen de tenine konmuş sinirlerden; sen değilsin ulan sen, sen kendin değilsin. bir kölenin içine sokuşturulmuş bir şahitten ne çoksun ne az.

bir gün okyanustan dışarıya çıkma cesareti gösterdiğinde delirme riski başlar. sürü içinde boğulursun ama delirmezsin. deliriş riski, hakikat talebiyle başlar ve öyle boğulmaya filan da benzemez.

bilgeler var… bunu biliyorum, buna inanıyorum, varlar, varız. kendi anlamını kuranlar, tasmasını çıkaranlar ve kalabalık içindeki yalnızlar… onlar hep olacak ve bulamayacaklar birbirlerini. bulsalar da birlik olamayacaklar çünkü sürü ahlakını terk ettikleri günden beri ait olmayı da başaramıyorlar. üşüyorlar, yalnızlar, korkuyorlar, deliriyorlar ama yaşıyorlar.

toplum hiçbir zaman toplu hâlde aydınlanmayacak, der kant. toplumun aydınlanışı hep yavaş yavaştır. fert aydınlanır birden. toplumun toplu aydınlanması da istenecek şey değil. o delirme önleyici bağlar ani gevşedi mi toplu çıldırış başlar.

on bin yıllık anlamlar tatlıdır elbette… atalarının binlerce kuşaktır sınadığı anlamlar kulağa iyi geliyor ama sürünün anlam bagajı avantajlarından yararlanmak için ödeyeceğin bir aidat var: kendilikten ve hakikatten vazgeçmek. bu bir bakıma zor da değil çünkü ucunu gören korkudan altına ediyor. en fena tarafıysa yola çıkmaya niyet edince geri dönüş hiç olmuyor. dönünce de sürüde dikiş geri eskisi gibi tutmuyor. her şey yavan, her şey yalan görünüyor.

ee, o mağaradan hiç çıkmayacaktın…

şimdi her şeyi yeni baştan kuracağım, doğru şu mu yoksa bu mu? aceleci mi olayım, sabırlı  mı, öfkeli mi, dingin mi? ne yapmalıyım? nasıl yapmalıyım? kimi sevmeliyim ve niçin? benim için onaylayıcı şey nedir? niçin yaşamalı ve ölmeliyim? hayatın amacı ne?

doğduğun şehir muhteşem bir tesadüf eseri olarak hak dinin hak mezhebine mensup ve köklü bir milletin en büyük koluna denk geldiğinde, baban kahraman annen yüce kadınken, astrologlar ve öğretmenler karakterini çizerken her şey ne de güzeldi, ne de kolaydı değil mi?

hâlâ mağaradan, okyanustan, sürüden kaçmak istiyor musunuz? kucaklayın birbirinizi.

“sürüden kaçış” için bir yanıt

  1. A-normal avatarı
    A-normal

    “Her hakiki iman sarsılmazdır, o insana imanda bulmayı umduğu şeyi verir ama nesnel doğruluğuna kanıt olarak en ufak destek sunmaz. önündeki yollar işte burada ayrılır: ruhsal huzur ve mutluluk peşindeysen inanırsın, hakikatin havarisi olmak istersen sorgularsın.” (Nietzsche)

A-normal için bir cevap yazınCevabı iptal et

emre timur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et